25 Aralık 2010 Cumartesi

HER YENİ GÜNE BAŞLARKEN

Her yeni bir gün bizlere sunulmuş bir armağandır.
Başlarken, inancınız doğrultus...unda (Allah’ım/Tanrım/Evren/Öz)’den evrensel yardım talep edebilirsiniz.
Bu yeni günü bana bahşedilmiş bir armağan olarak görüyorum. kendime değer veriyorum.
hayatıma değer veriyorum.
her anım değerlidir ve her anıma değer katmayı seçiyorum.
Bugün, yüksek planda hayrıma olan olayların hafiflikle ve sevgiyle tezahür etmesine izin veriyorum.
Günüme sevgi, şefkat ve merhamet duygularıyla başlıyorum. (Hissedin.)
Hayatın tüm bolluk-bereketine, bilgeliğine ve sevgisine kendimi açıyorum.
Tüm canlılar için barış diliyorum. Tüm canlıların kutsandıklarını hissetmelerini diliyorum. Tüm canlıların sonsuz huzuru yaşamalarını diliyorum.
Daha önce yaratmaya niyet ettiğim her şeyin mucizevi yollarla bana geldiğinin işaretlerini görmeye niyet ediyorum.
Hayatımda her şey olduğu gibi iyi, güzel ve tamdır!
Şükürler olsun…
Olsun o halde/Amin!
arınmaya niyet ettim…
Şu an sonsuz kaynakla birim…
Geçmiş anlarımdan edindiğim ve şu an benim hayrıma olmayan tüm anılardan, korkulardan ve toksinlerden arınmaya niyet ettim.
Hepsini sevgiyle salıveriyorum. (Bedeninizi temizlerken de bu sözleri söyleyebilirsiniz:
Şu an arınıyorum. (Bedeninizdeki kabukları soyduğunuzu hayal edin.)
Arınıyor ve hafifliyorum…
Bedenimi seviyorum…
Sevgili bedenim ve onu oluşturan tüm uzuvlarım, organlarım, hücrelerim, sizlere teşekkür ediyorum.
Sağlığım, gücüm ve güzelliğim için şükürler olsun.
Sizi ve kendimi seviyorum.
Kendimi affediyorum ve bağışlıyorum.
kendimi seviyorum.
Her AN’da, daha hafif, daha güçlü ve daha güzelim…
Hatırlayın, bir yıl içinde bedenimizin %98’i kendisini hücre bölünmesi yöntemiyle yeniliyor! Bedenimizi oluşturan hücrelerle sevgiyle iletişim kurarak, onlara olumlu düşüncelerimizi kaydedebiliriz. İnsanın yapıtaşı sevgi, şefkat ve merhametten oluşur. Sevgiyle kendinizle-bedeninizle iletişim kurmaktan daha doğal ne olabilir ki?
Ayrıca çalışmaları ne kadar sık yaparsak bu olumlu düşünceler hücresel belleğimize nüfuz edecektir. Böylelikle de, öncelikle değişim ve dönüşüm sağlanmış olacak, zamanla da bu olumlu ifadeler bedenimizde olumlu duygular olarak tezahür edecektir. Yeni doğan her hücre bu bilgiyi taşıyacak ve insanın sonsuzluğunda bu döngü devam edecektir. Bu şekilde de hak ettiğimiz hayatı yaratmış olacağız.
Bilin ki, dış dünyayı iç dünya yaratır, içeride ne varsa dışarıda o olur!

(ALINTIDIR)

23 Aralık 2010 Perşembe

Sabırsızlık-İnancın Düşme Süreci

Sabırsızlık - İnancın düşme süreci
'Kararsızlık, endişe ve korkuyu artık tanıdığım ve onları tespit etiğim her yerde üstlerine gidip ışık tuttuğum için kendilerini göstermemeye başladılar. İşyerimi kurduktan 9 ay sonra işlerin büyümesi ve belirli bir kitleyi yakalama ile ilgili bir süredir devam eden sabırsızlık hissimi fark ettim. Bu sabırsızlık hissi ile ilgili bir gariplik vardı. Neden böyle hissettiğimi anlamaya çalıştığımda geliştirdiğim mantık zinciri, ne güzel işte, işlerin bir an evvel başarılı olmasını istediğim için sabırsızlanıyorum. İşlerimin çok büyüyeceğini biliyorum, çok insana ulaşacığımı biliyorum, onun bir an evvel olması için sabırsızlanıyorum!Kulağa çok mantıklı geliyor değil mi? İşte yine rasyonalizasyon mekanizması devredeydi!
Birkaç basamak çıkıp daha yukarıdan baktığımda durumumu çözümledim:
Hissettiğim o sabırsızlık duygusu aslında 3 holiganın etkisi altındaydı. Kendilerini doğrudan doğruya korku ve endişe olarak ifade etmeyen bu hain arkadaşlar başka bir forma bürünmüşlerdi ve beni ufak ufak yiyorlardı yine.
Sabırsızlık duygusu iyi hissettirmeyen bir duygu. O duygu içerisinde hayatımı geçirmek istemezdim. İyi hissettirmeyen bir duygu olduğu için aslında içsel pusulam bana bakış açımda bir değişiklik yapmam gerektiğini, işlerimle ilgili düşüncelerimde bir problemin olduğunun bir göstergesiydi.
Bu deneyimden müthiş bir sonuç çıkarttım:
Sabırsızlık, inancınızın düşüşe geçtiğinin bir göstergesidir. İnancınız koşulsuz, tereddütsüz, emin olduğunda sabırsızlık hissetmiyorsunuz. Zaten olacağını biliyorum, bir an evvel olmasını da istiyorum. Ve elimden geleni yapıyorum dedikten sonra sabırsızlanmak bir enerji kaybıydı. Aslında o sabırsızlığın altında 'acaba istediğim tempoda büyümeyecek mi? Ya istediğim kadar kişiye ulaşamazsam' gibi endişeler ve korkular vardı.
Bir sınavı daha vermiş gibi hissettim kendimi. Bir idrak anı daha yaşamıştım. Sabırsızlık üzerinde düşündükçe ve çalıştıkça birkaç başlık daha keşfettim:
Sabırsızlık, aynı zamanda atabileceğiniz doğru bir adım varsa ve onu atmıyorsanız da karşınıza çıkabilir. Mesela hayatınızın daha iyiye gitmesini
istiyorsunuz. Hatta o kadar istiyorsunuz ki bir an evvel olmasını istiyorsunuz. Buraya kadar güzel. Ama sabırsızlık duygusu hissetmeye başladığınızda dikkat edin ya yeterince inanmıyorsunuz isteklerinizin gerçekleşeceğine ya da atmanız gereken doğru adımları atmıyorsunuz demektir.
-Sabırsızlık, yarının bugünden daha iyi olacağını düşündüğünde hissettiğin duygudur. Üzgünüm ama olmayacak.-Mike Dooley.
Mike'ın bu cümlesini okuduğunuzda aşağıdakilerden hangisini çıkartıyorsunuz?
a)ama yarın daha iyi olmayacaksa ne anlamı var ki bugünün, bu cümle benim moralimi bozuyor.
b)bugünün değerini göremiyorsan, yarın daha değerli gelmeyecek...bugünün içindeki değerleri hissedip farkında olacağım.


(alıntıdır)

13 Aralık 2010 Pazartesi

MÜZİK DİL ÖĞRENİMİNE YARDIMCI OLUR MU?

MÜZİK DİL ÖĞRENİMİNE YARDIMCI OLUR MU?


Yeni bir dili kavramaya çalışıyorsanız, cevap şarkının içinde olabilir. Araştırmacılar, insanların yeni kelimeleri yapılan konuşmadan çok şarkılarda duyduğunda daha iyi hatırladıklarını buldu ve teorilerini test etmek için birkaç, farklı, anlamsız heceler yarattılar. Tekrar hatırlama testinde, bu heceler, devamlı, akıcı ve aynı ses yüksekliğinde ilerlediğinde gönüllüler hatırlamakta zorlandılar. Fakat her heceye değişik ses tonları verildiğinde bu kez, gönüllülerin açıklamalarının daha doğru olduğu gözlendi. Böylece araştırmacılar müziğin içine yerleştirilmiş hecelerin daha kolay hatırlandığını çünkü duygusal olarak daha çekici geldiğini keşfettiler. Aynı zamanda bu yöntemle bilgiyi daha iyi sınıflandırdığımız ve hafızamızda tuttuğumuz sonucuna vardılar.











Kaynak: BPS Research Digest ( Psychologies May 2008)

Çeviri: Mine Çelik - Psikolojik Danışman

Neden Gençlik Dönemlerine Ait Daha Çok Olaylar Hatırlıyoruz?

Neden Gençlik Dönemlerine Ait Daha Çok Olaylar Hatırlıyoruz?

Yaşantımıza geri dönüp baktığımızda ilk aklımıza gelen, bizi mutlu eden ya da üzen olayları hatırlama şansımız 15–25 yaş dönemidir. Psikologlar, anılarımızın bu dönemde köklendiğini bulmuştur. 19 ve 20li yaşların başında gördüğümüz filmleri, okuduğumuz kitapları daha iyi hatırlarız. Daha önce olmuş olan büyük olayları daha çok çağırırken, en çok hatırlanan kişisel tecrübelerimiz daha sonra oluşmaktadır. Neden bu belirli zaman diliminden anılara meyilliyiz? Bir neden yenilik.



Ergenliğimizde, kaçınılmaz olarak, 30larımızdan olduğundan daha çok yeni tecrübe ediniriz. Bu hayatımızın en iyi hatırladığımız bölümüdür. Ama bu bütün hikâyeyi anlatmaz, çocukluk, birçok olayı açıkça hatırlayamadığımız bir dönemdir. Dolayısıyla, 15–25 yaş dönemi arasında özel bir şey olduğu görülüyor. Ergenliğin sonunda ve 20’li yaşların başlarındaki özelliklerden biri, çoğumuzun kim olduğumuza dair üzerinde çalıştığımız bir konudur. 20li yaşların başı, bizi daha çok canlı hatıralar biriktirmemize yönelten, kimliğimizin oluştuğu bir dönemdir. Ergenliğin sonunda ve yetişkinliğin başında beynimizin özel bir gelişim döneminden geçtiğini biliyoruz. Henüz kanıtlanamamış bir teori olsa da, yaşamımızın en güçlü anılarını biriktirdiğimiz, beynin en etkili dönemidir. Tabiî ki bütün teorilerin tutması mümkündür. Beynin oluşumu, kimlik arayışı ve tecrübeler birlikte güçlü bir kombinasyon oluşturabilir.


Kaynak: Psychologies, 2008


Mine Çelik

Psikolojik Danışman

www.cocukvegenc.com

11 Aralık 2010 Cumartesi

İki Yaş ve İki Yaş Sendromu

İKİ YAŞ VE İKİ YAŞ SENDROMU
İki yaş , anne ve babaların çocuk gelişiminde en zorlandıkları dönemlerden biridir. Bu yaş döneminde (12-36. Aylar) çocuklar hem çevresini hem de dünyayı keşfetme eğilimindedirler. Kendilerini ifade etmek ve her şeyin kendilerine ait olmasını isterler. 0-3 yaş döneminde ayrıca temel güven duyguları da oluşmaktadır. 2 yaş döneminde çocuklar, birtakım fiziksel, zihinsel,dil, sosyal, duygusal ve cinsel gelişimlerinde birtakım özelliklere sahiptir.
2 yaş çocukları atlar, zıplar, tırmanır, koşar, hep hareket halindedir. Tek başına merdiven inip çıkabilir, parmak uçlarında yürüyebilir, ellerini yıkayıp kurulayabilir, düğme ilikleyebilir, büyük butonları açıp kapatabilir.
2 yaş çocukları bir rengi tanıyabilir, dikkat süresi çok kısadır, parça-bütün ilişkisini anlayabilir.
2 yaş çocukları adını- soyadını söyleyebilir, tek cümle ve basit sözcüklerle konuşabilir, basit sorular sorabilir, konuştuğu anlaşılır, abartılı konuşabilir,’ neden?’ sorusunu sıklıkla kullanır, anlamsız tekrarlar yapabilir.
2 yaş çocukları diğer çocuklarla oyun oynamak ister ancak sağlıklı iletişim kuramayabilir ama kendinden küçük çocukları sever. Paylaşmayı sevmez, hayali oyun dönemidir, kendi kendine konuşup oynayabilir. Her şeyin kendine ait olmasını istediği için, geri vermek istemez.
2 yaş çocukları istekleri yapılsın istenir, kolayca sinirlenebilir ve bağırıp çağırıp yumruklar atabilir. Sabırsızdır, inatçıdır.
2 yaş çocuklarının cinsel kimlik oluşumu başlar ve cinsiyetlerini bilirler.
Yemek yemek istememe, uyumak istememe, ne denirse tersini yapma, söz dinlememe, anne-babaya vurma, kendini yere atma, kafasını vurma gibi şikayetler iki yaş sendromunu işaret ediyor olabilir. Bu yaş döneminin özelliklerini bilmek ve bu dönemin geçici olduğu unutmamak yaşanabilecek krizleri daha rahat geçirmeye yardımcı olacaktır.
BUNLARI YAPMAYIN!
• Çocuğunuzu asla cezalandırmayın, kızmayın, kötü çocuk olarak nitelendirmeyin, suçlamayın, hakaret etmeyin.
• Öfkesini engellemeyin.
• Uzun açıklamalar yapmayın.
• Kurallar koymayın.
• Onunla inatlaşmayın.
• Soru sormasını engellemeyin.
• ‘Hayır’ kelimesini sıklıkla kullanmayın.
BUNLARI YAPIN!
• Dikkatini başka yöne çekmek konusunda yaratıcı olun.
• Alternatifler sunun.
• Çocuğunuza özgür olabileceği alanlar yaratmalı, duygularını ve kendisini ortaya koymasına izin verin.
• Güvenliğini tehlikeye atmadığı sürece nesnelere dokunmasına izin verin.
• Enerjisini boşaltmasına izin verin.
• Çocuğunuzla birlikte ailece zaman geçirin ama kendinize de ait bir zaman diliminiz olsun.
• Gerekirse bir uzmandan yardım isteyin.


Mine Çelik
Psikolojik Danışman
www.cocukvegenc.com

15 Kasım 2010 Pazartesi

Mutlu Bayramlar!

Bayram sabahları, demli bir çay, su böreği, bayram şekerleri, şeker isteyen çocuklar, kurbanlık hayvanların sesleri, bir telaş bir koşturmaca. Köprü hep kalabalık, bayram programları, kolonya ikramları, bayram harçlıkları, uzun bayram tatilleri, ev gezmeleri, kısa hal hatır sormalar, el öpenlerin çok olsunlar ve daha bir dolu küçük ayrıntı. Hayatın üzerindeki 'pause' düğmesine dokunun... Kısa bir süre için hayatı durdurun. Mutlu bayramlar...

11 Kasım 2010 Perşembe

BİR KADIN (CAN DÜNDAR)

BİR KADIN

Bir kadın çocuktur aslında..
Çocuk gibi davranmayı sever.
Erkeğin kendisine bir... çocuğa gösterdiği şefkati göstermesini de ister.
Bir çocuğu okşar gibi incitmekten korkarak okşamalıdır erkek kadını.
Ama her kadın çocukça da olsa dinlenilmesini, dikkate alınmasını ister.
Yani bir kadının çocukluk yapmasına izin vereceksiniz,
Ama asla onu bir Çocuk olarak görmeyeceksiniz.

Bir kadın güçlüdür aslında.
Hatta erkeklerden çok daha güçlüdür.
Ama bu gücünü her zaman ortaya koymasını sevmez.
İster ki Erkeğin gücü kendisine huzur versin.
Kendi kendine yapabileceği şeyleri bile Erkeğin yapmasını bekler.
Böylece hem daha kadın olduğunu hissedecektir hem de
Erkeğinin ne kadar güçlü olduğunu görecektir.
Ancak kadın gücünü göstermek istediğinde onu engelleyemezsiniz.
Yapmak istediği bir şey varsa mutlaka yapar.

Bir kadın sevgilidir aslında.
İçinde her zaman sevgiyi taşır.
Sevdiklerinden kolay kolay ayrılamaz. Sevdiklerini kolay kolay kıramaz.
Zor sever ama tam sever.
Bir kadının tam anlamıyla sevebilmesi için
Yüreğinin kabul ettiğini beyninin de kabul etmesi gerekir.
Ve sevmezse de onu asla sevmeye zorlayamazsınız.
Belki kolayca yüreğine girebilirsiniz.
Ancak beyninde yer etmemişseniz her an terk edilebilirsiniz.
Sevmediği halde terk etmeyen kadınlar da var elbette.
Bunun nedeni ise engelleyemedikleri "acımak" duygusudur.

Bir kadın yalnızdır aslında.
Hiçbir zaman kadını bütünüyle elde edemezsiniz.
Kendisine ait bir dünyası vardır ve orada hep yalnızdır.
O dünyaya kimsenin girmesine izin vermez.
Hiçbir anahtar o dünyanın kapısını açamaz.
Yalnızlık onun sığınağıdır.
O sığınağa ne zaman gireceğine, ne kadar kalacağına hep kendisi karar verir.
Sığınaktayken oradan çıkmaya zorlarsanız onu sonsuza dek kaybedebilirsiniz.

Bir kadın bilgindir aslında.
Neler yapabileceğini erkek aklI hayal bile edemez.
Yaratıcılığının sınırı yoktur.
Ama bunu ortaya çıkartmak için hayatının erkeğini bekler.
Hoyratça harcamaz yaratıcılığını sadece erkeğine saklar.
Bir kadının gerçek erkeği olmayı başarabilmişseniz çok şanslısınız demektir.
Çünkü yaşamınız asla sıradan olmayacaktır.

Bir kadın hayattır aslında.
Çünkü hayatın içinde olan her şey ancak kadınlar olduğunda anlam kazanıyor.
Yemek yemek, su içmek bile.
Bir kadının elinden içtiğiniz suyla kendi kendinize bardağı doldurup
İçtiğiniz su arasındaki lezzet farkını anlayabiliyor musunuz?

Anlıyorsanız ne mutlu size. Anlamıyorsanız, ne yazık ki yaşamıyorsunuz...

[ Can DÜNDAR ]See More

15 Ekim 2010 Cuma

Çocuk ve Gençlerde Hayvan Sevgisinin Önemi

Çocuk ve Gençlerde Hayvan Sevgisinin Önemi

Anne karnında, anne ile başlayan sevgi bağı doğduktan sonra anne’nin bakımı, ilgisi ile devam eder. Büyüdükçe anneden başka diğer insanları da sevmeyi keşfeder çocuklar. Daha sonra sevilme ihtiyacı anne dışında dünyadaki diğer canlılara yönelir, diğer canlıları da sevmeyi öğrenir. Çocuğun yaşayan diğer canlıları sevmesi ve onlara saygı duyması onları tanımakla başlar. Bu nedenle doğal dürtülerle korkmadan hayvanlara dokunmak istediklerinde engellememek, korkutmamak, olumsuz düşüncelere sahip olmamalarını sağlamak gerekir. Çünkü çocukların bu nedenle “hayvan fobisi” geliştirmelerine ya da oluşmuşsa pekiştirmesine yol açıyor olabilir. Küçük yaşlarda hayvan sevgisiyle tanışan çocukların psikolojik gelişimlerine katkısı bulunduğu göz ardı edilemez. Sevgisiz ve korkuyla büyüyen çocuklar, ergenlik döneminde ve yetişkinlik döneminde sevgiyi tanımayan, sosyalleşemeyen, dostluk kurmayı bilmeyen, mutluluğunu ve mutsuzluğunu paylaşamayan, sorumluluk bilincine sahip olamamış bireyler olarak yetişirler. Bu şekilde yetişen bireylerin çevresine ve doğada yaşayan diğer canlılara (özellikle hayvanlara) sıklıkla zarar verdiği gözlenmektedir. Aynı zamanda ergenlerin madde kullanımı ile bilinçsizce ve öfkeyle bazen davranış bozuklukları gösterdiği de görülmektedir. Zihinsel engeller, dürtüsel denetimin sağlanamaması gibi nedenlerden dolayı da hayvanlara zarar verildiği bilinmektedir.
Hayvan sevgisi ile büyüyen çocuklar;
• Sevgiyi, saygıyı ve bağlılığı ve sorumluluk almayı öğrenirler.
• Daha çok fiziksel aktivitede bulunur. Bu çocukları zararlı alışkanlıklardan da uzak tutar.
• Doğum, üreme, ölüm gibi yaşamsal kavramları tanır ve deneyimler.
• Yeni arkadaşıyla sırdaş olabilir. Yargılanmadan, suçlanmadan, eleştirilmeden dinlendiği için kendini rahat ifade etme yeteneği kazanırlar.
• Hayvanlarıyla konuştuklarında dil gelişimleri artar.
• Korkularını yenmeyi öğrenirler.
• Empati yeteneklerini geliştirirler.
• Sabırlı olmayı, isteklerine erişebilmek için çabalamayı öğrenirler.
• Öfkelerini kontrol edebilmeyi öğrenirler.
• Özellikle zihin engelli ise psikolojik ve zihinsel rahatlama görülür.
• Tek çocuk ise, paylaşmayı öğrenirler.
Korkularını Nasıl Yenerler?
• Önce işe kendinizden başlayın. Hayvanları sevmiyor ya da korkuyorsanız bunu çocuklarınıza yansıtmayın, olumsuz düşüncelerinizi onlara aktarmayın.
• Tırmıklama, ısırma gibi bir durumda aşırı tepkiler göstermeyin.
• Hayvanları tanıdıklarında ve hakkında bilgi sahibi olduklarında hem ilgileri artar hem de varsa kaygıları azalır. Bunun için pet shop, hayvanat bahçesi gibi çeşitli hayvanların toplu halde bulunduğu ortamları ziyaret edebilir, ilgili kişilerden bilgi alabilirsiniz. Hayvanlarla ilgili belgeseller, kitaplar, dergiler de bilgi edinme yönünden oldukça yararlıdır.
• Çocuğunuz hayvanlara dokunamıyorsa, kuş, balık, kaplumbağa gibi kapalı bir yerde yaşayabilen hayvanları tercih edebilirsiniz.
• Evcil hayvanınıza çocuğunuzla birlikte bakım verebilirsiniz.
Ya Evcil Hayvanı Ölürse?
• Çoğu aile evcil hayvanı ölünce çocuğunun bu üzüntüyü yaşamasını istemediği için eve hayvan almak istemez. Ancak çocuğun erken yaşta kayıplarla yüzleşmesi ileriki yaşlarda başka kayıplarla baş edebilme becerisini arttırır.
• Çocuğun üzüntüsünü ve duygularını asla küçümsemeyin. Çocuğunuzun üzün tüsünü, yasını paylaşın. Desteğinizi hissettirin.
• Çocuklar için evcil hayvanları yeri doldurulamaz, eşsizdir. Yeni bir hayvan alacağınızı söyleseniz bile incinebilirler. Çünkü kendilerini önemsenmemiş, anlaşılmamış ve yalnız hissederler.
• Üzüntüsünü paylaştığında sabırla dinleyin ve anlamaya çalışın.
• Eğer tekrar bir hayvan isterse alın, bu konuda baskıcı olmayın ya da istiyorsa gerçekten vazgeçirmeye çalışmayın.


Mine Çelik
Psikolojik Danışman
www.cocukvegenc.com

6 Ekim 2010 Çarşamba

11 Altın Öğüt

11 ALTIN ÖĞÜT
1. Okumak için zaman bulmalıyız. Okuma: bilgi pınarıdır.
2. Duaya zaman ayırmalıyız, son zamanlarımızda bize güç verecektir.
3. Gülmeye zaman ayırmalıyız, gülmek ruhun müziğidir.
4. Düşünmeye zaman ayırmalıyız, düşünce güç için kaynaktır.
5. Her gün özeleştiri yapmalıyız.
6. Sevmeye zaman ayırmalıyız, eğlenmek gençliğin sırrıdır.
7. Zamanımızı iyi kullanmalıyız, çalışmalıyız, eğlenmek ve dinlenmek çalışanın hakkıdır.
8. İşimizi iyi yapmalıyız, iyi iş kişiyi kendine saygın kılar.
9. Vermeye zaman ayırmalıyız, verme günün aydınlığıdır.
10. Karşılık beklemeden yardım etmek; insan olma mutluluğudur.
11. Teşekküre zaman ayırmalıyız, teşekkür yaşam pastasının kremasıdır.
İzzet Baysal

Baba Ben Buradayım

Baba Ben Buradayım

Hiç kuşkusuz herkesin hayatının her döneminde “baba figürü” çok anlamlı bir noktaya denk gelir. Çünkü her çocuk için “Baba” güvenle eş değerdedir. Özellikle kız çocukları için babaları birer kahramandır. Cinsiyet ayırt etmeksizin her çocuğun üzerinde babanın sosyal, fiziksel ve duygusal etkileri vardır. Sağlıklı bir cinsel kimlik oluşturabilmek, etkili iletişim kurabilmek, kendini doğru ve etkili ifade edebilmek, içgüdülerini kontrol edebilmek ve sosyal adaptasyonda başarıyı yakalayabilmek, kısacası bireyselleşebilmek çocuğun baba ile olan ilişkisiyle doğru orantılıdır. Baba ile ilişkilerinde sorunlar yaşayan, baba’nın yokluğu ya da kaybında, çocuklar ya çekingen ya da saldırgan davranışlar gösterirler. Çekingen bir çocuk sosyal açıdan gelişemez, içine kapanıktır. Bu yönde gelişemediği için ilişkilerinde ürkek ve mesafelidir çünkü çoğu zaman korkuları ve güven eksikliği vardır. Aile içinde belli bir otorite kurulamamışsa da saldırganlık ve davranış problemleri görülür. Otoritenin olmadığı ortamlarda çocuklar davranışlarını kontrol altında tutamaz. Yaşamlarındaki bu boşluk ve ne yapacağını bilememe hissi ile çocuklar daha çok yalan’a yönelebilir, dikkatleri dağılır ve çoğu zaman akademik açıdan başarısızda olabilirler. Özellikle annenin de olumsuz tutumları varsa, bu davranışlarda artış görülür.

Baba’nın Ne Yapması Gerekir?

1. Sağlıklı bir baba-çocuk ilişkisi için baba’nın çocuğu saygıyla dinlemesi, anlamaya çalışması ve onunla ilgilenmesi gerekir.
2. Çocuğun ruhsal açıdan büyümesine müsaade etmelidir. İleriki yıllarda problem yaşamamaları için gerektiğinde sorumluluk vermelidir. Bir işin sorumluluğunu aldıklarında da çocuğu takdir etmelidir.
3. Sorumluluk verirken olası sonuçlarını anlatmalı, bunları yerine getirdiği takdirde de isteklerine izin vermelidir.
4. Çocuğun sorumluluklarını tek başına üstlenmemeli, anneyle paylaşmalıdır.
5. Korkuya dayalı bir ilişki kurmamalıdır. Aksi takdirde çocuk yalan söyleme davranışına daha çok sığınacaktır. Çocuk hata yaptığında, yaptığının yanlış olduğunu bildiği için çekinmelidir.
6. Kurallarından feragat etmemelidir. Özellikle küçük yaş çocuklarının sınırlarını bilmemeleri açısından yönlendirilmeye ve tutarlı kurallara ihtiyaçları vardır.
7. Çocukla (özellikle erkek çocuklarıyla) nitelikli zaman geçirmelidir. Kız çocuklarla ayrı, erkek çocuklarıyla ayrı zaman geçirmelidir.
8. Fiziksel ve duygusal şiddetten kaçınmalıdır. (dayak, küfür, hakaret vs.)
9. Çocuğun her istediğini yapmamalıdır. Her istediği yapılan çocuk doyumsuzlaşır ve zamanla hiçbir şeyden memnun olmamaya başlar.
10. Çocukla arkadaş olmamalıdır. Çocuğa arkadaşça bir tavır sergileyebilir ama çocuk, cinsiyet, yaş ayırt etmeksizin bir babaya ihtiyaç duyar.
11. Çocuklarını kıyaslamamalıdır. Çocuğun gelişimine katkıda bulunmak için, onlardaki farklı yönlerinin farkında olup, geliştirmeleri için destek vermelidir.
12. Çocukla inatlaşmamalıdır. Özellikle 2 yaş döneminde öfke çocukların kontrol edebileceği düzeyde değildir. Daha sonraki yıllarda, inatlaşmalarda çocuk kendini ispat etmek için yanlış davranışlar içerisine girebilir. (evden kaçma, okula gitmeme, madde kullanımı vs.)




Yalnız Anneler Ne Yapabilir?

1. Anneler, babanın yokluğunda babanın neden evde olmadığını net ve çocuğun anlayabileceği bir dille açıklamalıdır.
2. Eğer baba hayatta değilse, çocuğun baba ile ilgili soruları cevapsız bırakılmamalıdır.
3. Eşler boşanmışsa ve yine çocuğun soruları varsa mutlaka cevaplanmalıdır. Baba ile ilgili olumsuz düşünceler çocuklara asla yansıtılmamalı, baba’nın olumlu yönleri aktarılmalıdır.
4. Çocuk hiçbir zaman anne-baba arasında aracı olmamalıdır.
5. Evde mutlaka disiplinli bir ortam sağlanmalıdır.
6. Çocuğun cinsiyeti gözetilmeksizin mutlaka evde yaşına uygun sorumluluklar verilmelidir.
7. Çocukları önce dinlemek ve anlamak gerekir.
8. Çocukların cinsel kimliklerinin oluştuğu dönemde soruları varsa doğru, açık ve net cevaplanmalıdır.
9. Babanın yokluğunda, özellikle erkek çocuklarının olumlu yönden özdeşim kurabileceği dayı, amca vs. gibi aile içinden bir büyüğüyle vakit geçirmesi sağlanmalıdır.
10. Çocuk mümkün olduğunca özgüven geliştirici aktivitelere yönlendirilmelidir.

Daha iyi hafızaya sahip olmanın 10 kuralı

İnternet sitesi Yahoo, Sarah Jio'nun değişik uzmanlardan derlediği "Daha iyi hafızaya sahip olmanın 10 kuralı" başlıklı araştırmasının sonuçlarını yayınladı.
Beyin kaslarını harekete geçirerek, daha güçlü hafızaya sahip olabilmenin mümkün olduğunu ortaya koyan araştırmanın sonuçları şöyle:
- Bir şeyi öğrenmek için el hareketleri kullanmak beynin anımsama yapmasında kolaylık sağlıyor.
- Televizyon izlemek, kitap okumak ve müzik dinlemek gibi aktivitelerle beyni meşgul etmeden kesintisiz en azından 6 saat uyuma hafızayı onarıyor.
- Sakinleşmek ve stresten uzak durmak beyne ciddi anlamda yardımcı oluyor.
- Egzersiz, tüm vücuda özellikle beyindeki hafıza bölümlerine ulaşarak kan akımını hızlandırıyor.
- Brüksel lahanası, brokoli, kabak, yapraklı yeşillikler, kiraz, kırmızı elma, patlıcan ve üzüm gibi parlak renkteki sebze ve meyve yemek hafızayı kuvvetlendiriyor.
- Okumak ve okunan kitabı tartışmak hafızayı güçlendiriyor. Beyindeki düşünmeden sorumlu bölgeyi güçlendirmek için okunan şeyin tercüme edilmesi de etkili oluyor.
- Koku, hatırlamaya yardımcı oluyor. En kuvvetli ve ekonomik koku ise biberiye. Konsantrasyon ve dikkat sorunu çeken kişilere biberiye içerikli parfüm öneriliyor.
- Tek bir şeyle ilgilenmek. Örneğin, kitap okurken televizyonun açık olmaması, yemek yaparken telefonla konuşmamak gibi...
- Şarkı ezberlemek.
- Sürekli yeni şeyler öğrenmek
CNNTÜRK

Bir Kaz Gibi Yaşamak

Bir kaz gibi yaşamak
Göç Eden yaban kazlarının havada süzülürken '' V '' seklinde bir
Formasyonla uçtukları bilinir.

; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; X
; ; ; ; ; ; ; ; ; ; X
; ; ; ; ; ; X
; ; X
X
; ; X
; ; ; ; ; ; X
; ; ; ; ; ; ; ; ; ; X
; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; ; X
Bilim adamları kazların neden bu şekilde uçtuklarını araştırmışlar ve
Araştırma sonucunda su verilere ulaşmışlar.

''V'' sekinde uçulduğunda, uçan her kuş kanat çırptığında, arkasındaki
Kus için onu kaldıran bir hava akimi yaratıyormuş. Böylece ''V'' seklinde
uçan bir kaz grubu, birbirlerinin kanat çırpma sonucu ortaya çıkan hava
Akimini kullanarak uçuş menzillerini %70 oranında uzatıyorlarmış. Yani tek
Başına gidebilecekleri maksimum yolu grup halinde neredeyse ikiye
Katlıyorlarmış.

KISSADAN HiSSE:
Belli bir hedefi olan ve buna ulaşmak için bir araya gelen insanlar,
Hedeflerine daha kolay ve çabuk erişirler.

Bir kaz ''V'' grubundan çıktığı anda uçmakta güçlük çekiyor. Çünkü
Diğer kuşların yarattığı hava akiminin dışında kalmış oluyor. Bunun
Sonucunda, genellikle gruba geri dönüyor ve yoluna grupla devam ediyor.

KISSADAN HİSSE:
Eğer kafamız bir kaz kadar çalışıyorsa, bizimle ayni yöne gidenlerle bilgi
Alışverişini ve işbirliğini sürekli kılarız.

''V'' grubunun başında giden kaz hiç bir hava akımından yararlanmıyor.
Bu yüzden diğerlerine oranla daha çabuk yoruluyor. Bu durumda en arkaya
Geçer ve bu defa hemen arkasındaki kaz lider konumuna geçer. Bu
Değişim sürekli yapılıyor, böylece her kaz grubun her noktasında yer almış
Oluyor.

KISSADAN HİSSE:
Yaptığınız her işi yeri ve zamanı geldiğinde başkasına bırakmak gerekiyor.

Uçuş hızı yavaşladığında gerideki kuşlar, daha hızlı gitmek için
öndekileri bağırarak uyarıyorlar.

KISSADAN HISSE:
İlerlemek ve yol almak için bazen başkalarının uyarılarına gereksinim
Duyarız. Bundan alınmamalıyız; tam aksine böyle uyarıları sevinç ve
Taktirle karşılamalıyız.

Gruptaki bir kuş hastalanırsa yada bir avcı tarafından vurulup
Uçamayacak duruma gelirse; düşen kuşa yardım etmek üzere gruptan iki kaz
Ayrılıyor ve korumak üzere hasta/yaralı kazın yanına gidiyor. Tekrar
uçabilene ( yada eğer ölürse ölümüne kadar ) onunla beraber yaralı kuşu
Asla terk etmiyorlar. Daha sonra kendilerine başka bir kaz grubu
Buluyorlar. Hiçbir kaz grubu kendilerine bu şekilde katılmak isteyen
Kazları reddetmiyor.

KISSADAN HİSSE:
Adam olmak sadece insanlara özgü değildir.

21 Eylül 2010 Salı

Shakespeare'den...

Shakespeare'den...



İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkuyor.Sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye layık görmediği için.Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için.Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için.Duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için.Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğinin kıymetini bilmediği için.Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi birşey vermediği için.Ve ölmekten korkuyor aslında yaşamayı bilmediği için.

18 Eylül 2010 Cumartesi

Türk Usülü Başarının Formülü

Türk Usulü Başarının Formülü ---------------------------------------
>İşe Başlamadan Önce............................İNŞALLAH
>İşe Başlarken..................................BİSMİLLAH
>Şaşırırsak.....................................ALLAH ALLAH
>Kendimize Güvenirsek...........................EVELALLAH
>Azmedersek.....................................ALİMALLAH
>İşten Vazgeçersek..............................EYVALLAH
>Sonuna Kadar Gitmek İstersek...................YA ALLAH
>Taahhüt Edersek................................VALLAH BİLLAH
>Canımızı Sıkarlarsa............................FESÜPHANALLAH
>Daha da sıkarlarsa.............................HASBİNALLAH
>Pes Edersek....................................İLLALLAH
>İşe Coşku ve Heyecanla Sarılınca...............ALLAH, ALLAH, ALLAH...
>İşi Başarıyla Bitirince........................MAŞALLAH
>Eğer İşi Başaramazsak..........................HAY ALLAH

13 Eylül 2010 Pazartesi

Başarıya Beş Var

NEDEN ÖĞRENCİ KOÇLUĞU

Başarıya Beş Var

Bugüne kadar çok çalıştınız. Başarıyı yakalayabildiniz mi? Hepimiz dünyaya müthiş bir potansiyelle geliyoruz. Ancak, bazılarımız hayatta var olma nedenlerini keşfedebiliyor. Peki, bu kadar mükemmelken nasıl oluyor da başarısız oluyoruz ya da başarısız hissediyoruz? Bizi ne ya da neler, kim ya da kimler engelliyor? Yoksa, kendi kendimizi mi engelliyoruz?

Özgür olsaydım…
Başarısız olmasaydım…
Güzel olsaydım…
Yeteneklerim olsaydı…
Diğer insanlar beni anlasaydı…
Ailem beni anlasaydı…
Başkalarının ne söyleyeceğinden korkmasaydım…
Nasıl yapacağımı bilseydim…
Bana yardımcı olacak birileri olsaydı…
Yeteneklerim keşfedilseydi…
Bir fırsatım/şansım olsaydı…
Hayatımı yeni baştan yaşasaydım…

Ama yapamıyoruz değil mi? Beynimiz gerçeklerle gerçek olmayan düşünceleri ayırt edemiyor çünkü. Bir türlü atlayamadığımız engellerin ve önüne geçemediğimiz duvarların birçok nedeni var. Bu kadar mükemmeliyetçi olmamızın arkasında da KORKULARIMIZ var.

Bu aşılamaz gibi görünen engellerin, gözünüzde büyüyen hedefleri aşmanın sırrı engellerinizi ve kendinizi iyi tanımaktan geçiyor. Bir sonraki adım ise ne istediğinizi bilmektir. Ne istediğinizi biliyorsanız hedef koymak daha kolaydır. Hedefleriniz varsa, onlara giden yolları bilmiyorsanız harekete geçmenizde o kadar zaman alacaktır.
Evet! Başarıyı sadece 5 adımda yakalamak mümkün.

1. Kendini tanımak.
2. Ne istediğine karar vermek.
3. Hedef koymak.
4. Plan yapmak.
5. Eyleme geçmek.

Başarıya beş var. Başarıya işte bu kadar yakınız.

Kendi yaşam yolculuklarınızda ilerlerken aileniz, akrabalarınız ve arkadaşlarınız dışında fikirlerine ve tecrübelerine ihtiyaç duyduğunuz uzmanlara da ihtiyaç duyabilirsiniz. Psikiyatristler, psikologlar, psikolojik danışmanlar, rehber öğretmenler, öğrenci koçları her biri kendi alanlarında, birçok konuda yardımcı olabilir. Öğrenci koçunuzun diğer uzmanlardan farkı,


 Öğrenci koçunuz size bir şey öğretmeyecektir. ÖĞRENCİ KOÇU ÖĞRETMEN değildir. Arada sırada ödevler verse de, sorumluluk yine öğrenciye aittir.
 Öğrenci koçunuz size danışmanlık hizmeti vermeyecektir. Geçmişle ilgili değil, her zaman gelecekle ilgili çalışmaktadır. Duygusal sorunlar, çocuğun gelişim düzeyi vb. konularda soruları cevaplamayacaktır. ÖĞRENCİ KOÇU PSİKOLOJİK DANIŞMAN değildir. Ancak belirli aralıklarla anne-baba ve öğrenciyi süreçle ilgili bilgilendirebilir.
 Öğrenci koçunuz yaşamınızı etkileyen ciddi blokajlar veya kronik bir rahatsızlığınız varsa sizi uzmana yönlendirecektir. Ancak hayatınızla ilgili farkındalıklarınızı arttırabilir. ÖĞRENCİ KOÇU PSİKOLOG VEYA PSİKİYATRİST değildir. Koçluk seanslarında terapi yapılmayacaktır.
 Öğrenci koçunuz yaşam yolculuğunuzda bir yerden bir yere giderken size eşlik eden kişidir.

NEDEN ÖĞRENCİ KOÇLUĞU?

 “Artık kendi yaşamımda dümenin bende olmasını istiyorum” diyorsanız,
 “Kendimi tanımak ve nasıl öğrenebildiğimi keşfetmek istiyorum” diyorsanız,
 “Hafızam zayıf öğrendiklerimi nasıl hatırlarım?” diyorsanız,
 “Bir satır okuyorum fakat bazen geri dönüp tekrar okuma gereği duyuyorum” diyorsanız,
 “Daha çabuk okumak isterdim” diyorsanız,
 “Nasıl etkin ders çalışılır öğrenmek istiyorum” diyorsanız,
 “Yaptığım işe tam olarak odaklanmak istiyorum” diyorsanız,
 “Sınav öncesinde, sınav esnasında ve sınav sonrasında neler yapmam gerektiğini merak ediyorum” diyorsanız,
 “Gelecekte ne yapacağımı bilmiyorum ya da ne olacağımı bilmiyorum, kararsızım” diyorsanız,
 “Geleceğe dair hayallerim var fakat bunları nasıl gerçekleştireceğimi bilmiyorum” diyorsanız,

Öğrenci koçluğu programına katılmayı deneyimleyebilir ve hayatınızın nasıl değiştiğini keyifle seyredebilirsiniz.



Mine Çelik
Psikolojik Danışman
Bütün öğrencilere 2010-2011 Eğitim ve Öğretim yılında başarılar dilerim.

12 Eylül 2010 Pazar

12 Dev Adam

12 Dev Adamı tebrik ediyorum ve bu akşamki final maçında başarılar diliyorum.

6 Eylül 2010 Pazartesi

Müşfik Kenter'den

Müşfik Kenter'den
>Hep bir yerlere, bir şeylere yetişme telaşındasınız değil mi?
>Hiç vaktiniz yok, "Fast live", "Fast food", "Fast music", "Fast
>love"...
>Dikte ettirilen "yükselen değerler", "in" ler, "out" lar...
>Buna benzer bir odada, şanslıysanız gökyüzünü görebilen bir
>pencere ardında bitecek hepsi .
>Dostluğu klavyelerinde, yaşamı monitörlerinde arayanlar, Size
>sesleniyorum!
>Hangi tuş daha etkilidir ki sıcacık bir gülüşten ya da hangi
>program verebilir bir ağaç gölgesinde uyumanın keyfini?
>Copy-paste yapabilir misiniz dalgaların sahille buluşmasını?... >
İçinizi ısıtan gün ışığını gönderebilir misiniz maille
>arkadaşlarınıza?
>Sevgiyi tuşlarla mı yazarsınız?
>Öpüşmek için hangi tuşlara basmak gerekir?...
>Ya da Geri dönüşüm kutusunda saklanabilir mi kaybolan zaman?
>Doğayı bilgisayarlarına döşeyenler, neden görmezsiniz bahçedeki
>akasyanın tomurcuklandığını.
>Ve ıslak toprak kokusu var mıdır dosyalarınız arasında ?...
>Koklamak, duymak, dokunmak, yok mu yaşam skalanızda?..
>Bilgi toplumu oldunuz da, duygu toplumu olmanıza megabaytlarınız mı
yetmiyor?

ALINGANLIK VE ŞÜPHE

Alınganlık ve Şüphe

Buluttan nem kapanları bilirsiniz… Nasıl da alıngandırlar…Hani, “Hava bulutlu… Yağmur yağacak galiba…” demişler de, “Sen bana ördek dedin, değil mi?... Ne hakla hakaret edersin bana?... Ne hakla isim takarsın?... diye hırslanmış, parlamış adam… Çok alıngan, şüpheciye yakın alıngan bir dostumuz vardı… Akşamın geç vakti için bir dertleşme randevusu almıştı… “Biliyor musunuz” dedi, “Size gelmek üzere minibüse bindiğimde bir olay yaşadım… İki adam konuşuyorlardı. Ben onların hemen yakınlarında ve ayaktaydım… Doğru dürüst bir insan olsa ona da bir yer verirdik…” dediler. Çok kızdım ve “Sizden yer isteyen mi oldu ki?...” dedim. Adamlardan biri: “Dur hele bacım, sen niye alınıyorsun ki?... memlekette bir toprak ve miras işi var. Hayırsız da bir eniştemiz var. Onu konuşuyoruz biz şimdi…” diye yanıtlamaz mı? Çok utandım… İşte ben her şeyi böyle kendi üzerime çekiyorum ve alınıyorum…”
…Ya alınganlığı da aşan şüpheler?... Artık bir ruhsal rahatsızlık söz konusudur. Şüphe, bir kurt gibi kemirir kafasını yüreğini… ve bir süre sonra artık yaşam gerçeğidir bu şüphe… “Karım beni aldatıyor mu acaba?” demez…Bak yine sevdiğini düşünüyor…Aldatıyor beni…Onu düşünerek, sevgilisi için giyinip süsleniyor… Belki beni öldürüp ortadan kaldırmayı bile düşünüyorlardır…” Ve, tedbirler, savunmalar başlar…
“Ya yemeğime zehir koyarlarsa?...”Başlangıçta, önce onun yemesini bekler, sonra kendisi yer… Zamanla, yemeklerini dışarıda yemeye başlar ya da peynir- ekmekle idare eder…
Şüphe hastalığına Psikiyatri’de “Paranoid reaksiyon” denir… Bakışlardan, seslerden, her şeyden tedirgindir. Yanlış bağlantılar kurar kendi kendisine… Öyküler uydurur. Sonra da gerçekmiş gibi inanır… Paranoid kişinin yakın çevresine büyük bir görev ve sorumluluk düşer. Hastayı incitmeden, ürkütmeden ve bir an önce bir ruh hekimine baş vurulmalıdır. Geciken zaman hasta içinde çevresi içinde zarara işler…
Unutmayalım ki duygusallık başka, alınganlık başka, şüphe ise bambaşkadır…
Dr. Suna Tanaltay

26 Ağustos 2010 Perşembe

OKULA BAŞLADIM!

OKULA BAŞLIYORUM



I. ÇOCUKLUKTA İLKÖĞRETİM DÖNEMİ

Çağdaş toplumlarda düzenli bilgi ve becerilerin kazanıldığı bir kurum olan okul, çocukların bilgiye ulaşması ve anne-babadan sonra eğitimine devam etmeleri için gereklidir. Bütün eğitimciler, öğretmenler, anne-babalar, çocukların daha başarılı olmaları için çaba gösterir. Başlangıçta bir aile ve ev ortamında, yaşamındaki en önemli kişiler olan anne ve babaları ile başlayan eğitim ve öğretim hayatı, okul öncesinde 3 – 6 yaşında ve 7 yaşından itibaren de ilkokul ile devam eder. Üç yaş öncesinde, ilk olarak anne sonra baba ve diğer aile bireyleri önemliyken, 3 – 4 yaşlarında arkadaşlarına ilgi gösterir ve faaliyetlere katılırlar ama anne-baba ve aile ortamı, çocuk için önemini sürdürür. Araştırmalara göre, çocuklar için ilkokula başlayış, doğumdan sonra anneden ikinci kez ayrılış olarak nitelendirilir. 6 – 7 yaşlarındaki çocukların, yaşamlarının bir kısmını geçirecekleri başka ortamlara uyum sağlamaları beklenir. Anne-babadan sonra, yaşamlarındaki en önemli kişi öğretmenleri olacaktır. Okul ile çocuk yeni, sosyal ve karmaşık bir çevrede, bir birey olarak toplumda yer almayı ve dış dünyaya açılmayı öğrenir. Okul öncesi döneminden ilköğretime geçerken bazı çocuklar bu duruma kolayca ayak uydurabilirken bazı çocuklar annelerinden ayrılmakta zorlanır; okula, yeni arkadaşlarına ve öğretmenlerine alışmakta güçlükler yaşayabilirler. Bu çocukların uyum sağlayabilmeleri için daha fazla zamana, anlayışa ve yardıma ihtiyaçları vardır. Bu durumda okula başlama olgunluğu ya da hazırlıklı olma kavrama söz konusudur.

II. OKULA HAZIRLIK (OKUL OLGUNLUĞU) NE DEMEKTİR?

Olgunlaşmadan daha geniş bir kavram olan ‘hazır olma’ kavramı, bireyin bir işi yapabilmesi için gerekli ön bilgi, beceri ve tutumlara sahip olmasıdır. Okula hazırlık kavramı, çocuğun herhangi bir duygusal zorluk çekmeden, kolayca ve yeterli derecede öğrenebilmesidir. Daha önce bazı alanlarda bilgi ve becerilerin kazanılmasında güçlük çeken çocuğun, artık bunları kolayca yapabilmeleri beklenir. Annesinden ayrılan çocuk için bu defa sınıf ortamında birtakım görevler bulunur. Sadece sınıfa yalnız girmeye alışması değil, ders süresince sırasında oturması, öğretmeninin anlattıklarını dinlemesi ve takip etmesi, talimatlarını yerine getirmesi gerekir. Ancak ilkokul birinci sınıf öğrencileri için en önemlisi okuma ve yazma öğrenmeleridir. Dolayısıyla okumaya hazırlık ve okula hazırlık terimleri bazen birlikte bazen de birbirlerinin yerine kullanılır. Hangi biçimde kullanılırsa kullanılsın, asıl olan çocuğun okulda kendisinden istenen görevleri başarıyla yerine getirmeye hazır olmasıdır.

III. OKUL HAZIRLIĞINDAKİ ÖNEMLİ ETKENLER NELERDİR?
Okula hazırlıklı olmada çeşitli gelişim alanlarının önemi vardır:
1. Fizyolojik: Her yönüyle normal, fiziksel büyüme ve gelişmedir. Yaş, boy ve ağırlık, cinsiyet, görsel algı, işitme algısı, hareket algısı (kalın ve ince kasların gelişimi ve koordinasyonu), diğer beden işlevleri (salgısal, nörolojik, hormonal)
2. Sosyal: Diğer insanlarla iyi ve başarılı ilişkiler kurabilme yeteneğidir.
3. Dil: Diğer insanlar ile rahatça iletişim kurabilmesidir.
4. Duygusal: Çevresi ile bağımsız ilişkiler kurabilmesidir.
5. Zihinsel: Bilgi ve anlayış kazanabilmesidir.



İlkokula başlamak için çocuğun 6 yaşını doldurmuş olması gerekir. 6 yaş çocuğunda, sosyal bilinç ve olgunlukta artış, arkadaş ilişkilerinde yoğunluk, ince kas becerilerinde artış gözlenmektedir. Hayal kurma ve espri yeteneklerine sahiptir. Hayal ve gerçeği ayırt edebilir, böylece somut düşünceden soyut düşünceye geçiş başlar. Bu yaş döneminde fiziksel gelişimlerinde bir yavaşlama beklenir. Bu yavaşlama becerilerinin artmasına olanak verir. Kas dokusu hızlı gelişir ama kaslar fonksiyonlarını tam olarak yerine getiremediğinden hareketlerde yetersizlik görülebilir. Aynı zamanda büyük kasları harekete geçiren bisiklete binmek ve ip atlamak gibi aktiviteler de yaygındır. Bu özelliklerdeki 6 yaş çocuğu, özgür ev ortamından, anaokulunun oyun ağırlıklı faaliyetlerinden ve aktivitelerinden sonra bocalayabilir. İlkokul, öğrenme ağırlıklıdır. Bu yüzden disiplini sağlamakta çok aceleci davranmamak gerekir. Israrcı yaklaşım çocuğun ileriye dönük endişeler yaşamasına neden olabilir. Dikkat ise öğrenilen bir şey olduğu için yavaş yavaş geliştirilebilir. Başta aynı görevle uzun süre meşgul olmak, bu yaş dönemindeki çocuk için çok zordur. Adım adım çalışma süresini arttırmak daha iyi bir tutum olacaktır.



IV. ÇÖZÜM YOLLARI İÇİN ÖNERİLER

• Yeterli sosyal ortamda bulunmamış, aşırı bağımlı çocuklar, okula uyum sağlama dönemini kolay aşamazlar. Okula korkarak giden ve evi düşünen çocuk ‘öğrenme’ de zorluklar yaşar. İki – üç haftada uyum gösteremeyen çocuklar okula gitmek konusunda tepkiler ve kusma, ağrı gibi belirtiler geliştiriyorsa ‘okul fobisi’ söz konusu olabilir. Her çocuk için belirtilerin türü ve şiddeti farklı olabilir. Bu sorunun üstesinden gelme yolu, öncelikli anlayışlı ve sevecen bir öğretmenin desteğidir. Öğretmenin çocuğun okula gitmesi yönünde kesin ve kararlı bir tavrı olmalıdır. Okula gidilmeyen her gün problemin daha da çok büyümesine neden olur. Mümkünse, tercih ettiği bir aile büyüğü ile okula gelmesi ve devamının sağlanması gerekir.
• Okula hazır olmanın ve uyum sağlamanın bir başka etkeni, öğrenmeyi sağlayan zihinsel yeteneklere sahip olması ve beklenen performansı gösterebilmesidir. Bu durumda ailenin ve öğretmenin kuşkusu varsa uzman yardımı alınmalıdır. Psikoz- pedagojik tedavi gerektiren her türlü sorun için erken tanı ve tedavi çok önemlidir. Aksi halde çocuğa okula uyum sağlaması yönünden zaman kaybettirir.
• Çocukların okulla ilgili endişelerini ve duygularını ifade etmesine müsaade edilmelidir. Olumsuz duygular söz konusuysa, dinlemek ve kabul etmek gerekir. Olumsuz duyguların dinlenmesi çocukları rahatlatacaktır.
• Çocuğun okulla ilgili sorduğu sorulara açık ve dürüst cevaplar verilmelidir.
• Okul korkusuna dâhil olarak parmak emme, bebekçe konuşma, alt ıslatma gibi davranışlar da görülürse sabırlı olup, rutini bozmadan görmezden gelinmeli ve olumlu yaklaşımlara devam edilmelidir.
• Çocuğun okulla ilgili belirgin bir korkusu varsa, çocukla birlikte okula gidilmeli ve korkusunun üstesinden gelmesine yardımcı olunmalıdır.
• Çocukların anne-babalarıyla devamlı vakit geçiremeyeceğini öğrenmeleri için gerçek açıklamalara ve deneyimlere ihtiyaçları vardır. Ayrı olduğunuzda bile güvenli ve mutlu hissedebileceğini ve ayrılığın geçici olduğunu anlatmak gerekir.
• Çocuklara karşı sakin ve sabırlı olmak gerekir. Okul, onun için yeni bir tecrübedir ve birtakım problemler yaşaması gayet doğaldır.

23 Ağustos 2010 Pazartesi

Değerli Öğrenciler,
Öğrenci Koçluğu Eğitim Programı Eylül'de başlıyor... Bilgi için bekleyiniz. ÇOK YAKINDA!!!

Mine'nin videoları

Çocuk ve Genç Videoları artık youtube ve facebookta.
Mine'nin konuları: 2 yaş sendromu, tuvalet eğitimi, oyun terapisi, psikolojik danışmanlık ve parmak emme

13 Ağustos 2010 Cuma

Parmak Emme ve Tırnak Yeme

Parmak Emme ve Tırnak Yeme

Parmak emme problemi genellikle anne- babalardan, “parmağını emiyor acaba bir sorunu mu var?”, “parmak emmesi dişlerine zarar verir mi?”, “ Bu alışkanlığını ne zaman bırakır?”, “Parmağının emmemesi için neler yapabiliriz?” gibi benzer sorularla gelir. Parmak emme de tırnak yeme, alt ıslatma, yalan söyleme gibi alışkanlık ve eğitimle ilgili bir problemdir.
Doğum ile birlikte bebekler, yaşama uyum sağlamak ve yaşamlarını devam ettirmek için birtakım refleksler getirir. İlk bir yıl içinde bebekler dünyayı ağız yolu ile algılar ve bu dönemde bebekler ne bulurlarsa ağızlarına götürme eğilimindedir. Aynı zamanda emmek beslenme dışında haz vermektedir. Daha sonraki dönemlerde emme refleksi biberon ve emzikten sonra battaniyesine, oyuncağına ya da parmağına yönelebilir. Çoğunlukla bebekler başparmağını emerler. (diğer parmaklarını da emebilirler.) Yeni doğan bebeklerin hemen hemen hepsinde görülen, daha ana rahminde başlayan, zararsız, olağan bir davranıştır. Doğum öncesinde anne karnında başlayan emme, 3–4 yaşına kadar devam eder ve normal karşılanır, ancak 5–6 yaş döneminden sona ermesi beklenir. Bu dönemden sonra tırnak yeme alışkanlığı ortaya çıkabilir. 3–4 yaşından önce tırnak yeme alışkanlığı görülmemesine rağmen, nadiren 15 aylık gibi erken bir dönemde bu davranışa rastlanabilir. Ayrıca tırnak yeme davranışı ergenlik çağında da gelişebilir. Her iki alışkanlığın da sona erdirilebilmesi için çok geç olmadan tedavi edilmelidir. Bu yaş döneminden sonra devam eden parmak emme ve tırnak yeme davranışı psikolojik bir sorundan kaynaklanabilir ve bir uzman yardımı alınmasında fayda vardır.

Zararları:
o Üst ve alt diş yapısında bozukluklar
o Parmağında zamanla incelmeler, aşınmalar
o Parmağın renginde koyulaşmalar
o Bilekleri de emmeler
o Tırnak yapısında bozukluklar

Nedenleri:
o 9. aydan itibaren,1 yaşındaki çocukların çoğu, uyku ile parmak emme arasında bir bağ kurarlar. Uykuya geçerken parmak ya da herhangi bir nesneyi emme eğilimindedirler. Bu alışkanlık aylarca sürebilir ve 3 yaş döneminde vazgeçirmeye yönelik çabalarda direnç görülür. Uykuya daldığında elini ağzından çekmek yeterlidir.
o Bebekler diş çıkarma zamanında parmak emebilir.
o Çocuklar zorluklarla karşılaştıklarında, utandıkları ya da sıkıldıkları için parmak emebilir. Uykuya geçişlerde, yalnız kaldıklarında ve çok yoğun duygular yaşadıklarında sıkça görülür. Bazı çocuklar da kendilerini ifade edemedikleri durumlarda ve kendilerini güvensiz hissettiklerinde tırnak yeme davranışı gösterirler.
o Anne-baba arasında yaşanan çatışmalar, gerginlikler çocukta parmak emmeye ve tırnak yemeye yol açabilir.
o Yeni bir kardeşin aileye katılması ile ilgiyi tekrar kendi üzerine çekmek için, çocuklar parmak emme gibi regresif (gerileyici) eğilimler gösterirler.
o Parmak emme ve tırnak yeme davranışını bir başkasından da model alabilirler.
o Tırnak yeme ergenlik döneminde görülüyorsa, kendi başlarına baş edemediği sorunları nedeniyle bu tür bir alışkanlık geliştirirler.



Çözüm Yolları:
o Öncelikle parmak emmeye nelerin neden olabileceği araştırılmalı ve sorunları ortadan kaldırmaya yönelik adımlar atılmalıdır. Parmakta incelmeler, tırnak yapısında oluşan problemler, diş bozuklukları gibi fiziksel rahatsızlıklar, parmak emmeye ve tırnak yemeye neden olan psikolojik sorunlar için ilgili uzmanlara başvurulmalıdır.
o 3–4 yaş öncesi dönemde parmak emmenin gelişiminin bir parçası olduğu unutulmamalı ve telaşlanılmamalıdır. Parmak emme de alt ıslatma gibi yaşla birlikte azalma göstermektedir.
o 4 yaşından sonra, parmak emmenin ve tırnak yemenin diş sağlığına, parmağına ve tırnak yapısına nasıl zarar verdiğini, çocuğa usandırmadan ve anlayabileceği basit bir dilde anlatılmalıdır.
o Çocuk bu davranışlarından dolayı utanç yaşamamalı, kendini suçlu hissedip yargılamamalıdır. Kendisini bu davranışı yüzünden başarısız olarak algılarsa özgüvenini kaybedebilir. Aynı zamanda olumsuz tavırlar çocuğun bu davranışlarını da pekiştirebilir. Özellikle okul öncesi ve okul çağında arkadaşlarının tavırlarının önemli derecede etkili olduğu unutulmamalıdır.
o Anne-baba’nın, çocuğun parmağını emmemesi, elini ağzından çekmesi yönündeki devam eden ve sürekliliği olan ikazları tam da çocuğun dikkatleri üzerine toplama isteğine cevap vermektedir. Bu tür ilişkilere son verilmelidir.
o Çocuk yeni doğan kardeşi sebebiyle bu davranışı geliştirmişse, yerinin hiçbir zaman doldurulamayacağını ve hala sevildiğini hisseder ve anlarsa gerginliği azalacaktır. Gerginliği azaldıkça da zamanla bu alışkanlığından vazgeçecek, kardeşinin de bakıma, sevgiye muhtaç olduğu ve hep birlikte ona bakılması gerektiği yönünde ikna olacaktır.
o Bu alışkanlıkları azaltmak için çocuk oyuna, özellikle parmak oyunlarına yönlendirilebilir.
o Çocuklar yalnız kaldıklarında bu davranışları daha sık sergilerler. Evde basit görevler verilerek yardımcı olmasına izin verilebilir.
o Tırnak yemek için kullanılan acı ojeler, parmak emme içinde caydırıcı olabilir.
o Bu dönem anne-baba yardımı ile daha kolay atlatılacaktır. Uykuya geçerken elini tutmak ya da masal anlatmak, gün içinde ya da yatarken elini oyalayacak, sevdiği bir oyuncağını yanında bulundurmasını sağlamak işe yarayabilir.
o Bu davranışlar diş problemlerinden kaynaklanıyorsa, diş kaşıyıcıları ya da çocuğun eline meyve- sebze türü gıdalar verilerek, dikkatini parmağından ve tırnağından uzaklaştırmak mümkündür.
o Sağlıklı iletişim, yeterli derecede sevgi ve ilgi göstermek çocuğun kendini güvende hissetmesine yardımcı olacaktır.
o Bütün bu önerilere rağmen bazı gergin çocuklarda bu davranışın devam ettiği gözlenmektedir. Bu davranışlara genellikle uyku ve yeme bozuklukları da eşlik eder. Böyle bir durumda en yakın zamanda bir çocuk psikiyatrisine başvurulmalıdır.





Mine Çelik
Psikolojik Danışman
www.cocukvegenc.com

29 Temmuz 2010 Perşembe

Yatmadan Önce Ekran Karşısına Geçmeyin

YATMADAN ÖNCE EKRAN KARŞISINA GEÇMEYİN!

Japonya’da yapılan bir araştırmaya göre; yatmadan önce bilgisayar ve televizyon karşısında fazla vakit geçirenler, bunu yapmayanlarla aynı uzunlukta uyusalar bile kendilerini daha yorgun ve daha az uyumuş hissediyor. Japonya’nın Osaka Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma, yatmadan önce zamanlarını bilgisayar veya televizyon karşısında geçirenlerin uykusuzluktan daha çok şikâyet ettiklerini ortaya koydu. Yaklaşık 6 bin kişinin katıldığı araştırmada, uyku öncesi elektronik aletlerin karşısına geçen deneklerin sabahları kendilerini daha yorgun hissettikleri sonucuna varıldı. Araştırmanın en ilgi çekici yanıysa, daha az uyumaktan yakınan katılımcıların, aslında yatmadan önce bilgisayar karşısına geçmeyenlerle aynı süreyi uykuda geçirmelerine rağmen uykusuz kaldıklarını düşünmeleri. Bu durum, bilgisayar ve televizyon başında geçirilen uzun sürenin belki uyku süresini değil ama uyku kalitesi ve uyku ihtiyacını etkilemesine bağlanıyor. Uzmanlar, özellikle internet tutkunlarının yeterli miktarda uyusalar da daha yorgun uyandıklarını söylüyor.


Kaynak: Popüler Psikiyatri Temmuz/Ağustos 2008

Neden Gençliğimizden Daha Çok Olaylar Hatırlıyoruz?

Neden Gençliğimizden Daha Çok Olaylar Hatırlıyoruz?

Yaşantımıza geri dönüp baktığımızda ilk aklımıza gelen, bizi mutlu eden ya da üzen olayları hatırlama şansımız 15–25 yaş dönemidir. Psikologlar, anılarımızın bu dönemde köklendiğini bulmuştur. 19 ve 20li yaşların başında gördüğümüz filmleri, okuduğumuz kitapları daha iyi hatırlarız. Daha önce olmuş olan büyük olayları daha çok çağırırken, en çok hatırlanan kişisel tecrübelerimiz daha sonra oluşmaktadır. Neden bu belirli zaman diliminden anılara meyilliyiz? Bir neden yenilik. Ergenliğimizde, kaçınılmaz olarak, 30larımızdan olduğundan daha çok yeni tecrübe ediniriz. Bu hayatımızın en iyi hatırladığımız bölümüdür. Ama bu bütün hikâyeyi anlatmaz, çocukluk, birçok olayı açıkça hatırlayamadığımız bir dönemdir. Dolayısıyla, 15–25 yaş dönemi arasında özel bir şey olduğu görülüyor. Ergenliğin sonunda ve 20’li yaşların başlarındaki özelliklerden biri, çoğumuzun kim olduğumuza dair üzerinde çalıştığımız bir konudur. 20li yaşların başı, bizi daha çok canlı hatıralar biriktirmemize yönelten, kimliğimizin oluştuğu bir dönemdir. Ergenliğin sonunda ve yetişkinliğin başında beynimizin özel bir gelişim döneminden geçtiğini biliyoruz. Henüz kanıtlanamamış bir teori olsa da, yaşamımızın en güçlü anılarını biriktirdiğimiz, beynin en etkili dönemidir. Tabiî ki bütün teorilerin tutması mümkündür. Beynin oluşumu, kimlik arayışı ve tecrübeler birlikte güçlü bir kombinasyon oluşturabilir.


Kaynak: Psychologies, 2008

9 Temmuz 2010 Cuma

Küçük Mutluluklar

Küçük Mutluluklar

Hiç istenmeden getirilen bir fincan köpüklü kahve, akşam düşen bir düğmenin uykuyla savaşılarak dikilivermesi, durup dururken alınan bir demet dağ menekşesi insanı mutlu kılmaya yeterli olabilir. Bu yapılan işin, verilen hediyenin çok önemli olmasından değil, düşüncenin çok tatlı olmasındandır. Sevilen insan sizi aklından çıkarmıyor demektir. Sevgi büyük hediyeler, büyük yardımlarla değil, gerçekte bu küçük şeylerle de kendini belli eder. Bütün bunlardan dolayı, bu küçük mutlulukların insana hayat verdiğini, canlandırdığını düşünerek değer verdiğimiz saygı duyduğumuz dostlarımıza küçük sürprizler hazırlamayı prensip edinelim.

8 Temmuz 2010 Perşembe

8 SORUDA OYUN TERAPİSİ

8 SORUDA OYUN TERAPİSİ

1. Oyun neden önemlidir? Oyun çocuğun bilişsel, duygusal ve sosyal gelişimine yardımcı olmaktadır. Çocuklar oyun ile dış dünyayı tanır, hayata dair denemeler yapar, hayal ile gerçeği ayırt edebilmeyi öğrenir. Kısacası hayatla mücadele etmeyi deneyimler. Bu anlamda oyun, çocukların duygu ve düşüncelerini kolaylıkla ifade edebildiği en uygun dildir. Oyun çocukların gelişimine katkıda bulunurken aynı zamanda mutlu eder. Tüm çocuklar sadece eğlence amaçlı oynamaya cesaretlendirilmelidir.

2. Oyun terapisi nedir?
Çocukların yetişkinler gibi kendilerini ifade etmeleri kolay değildir. Oyun terapisi ile çocuklar kelimeleri kullanmak yerine oyun ve oyuncaklar aracılığıyla, kendini ifade edebilmeyi, günlük yaşamında baş edemediği problemleri çözebilmeyi ve olumsuz davranışlarını değiştirebilmeyi öğrenir. Oyun terapisinin amacı çocuğun kendini duygusal olarak iyi hissetmesini sağlamaktır. Çocuğun normal gelişimini etkileyen duygusal, davranışsal ve psikolojik problemleri ortadan kaldırmak ve problemin büyümesini önlemektir. Oyun terapisinin türleri, non-direktif (yönlendirilmemiş), kognitif (bilişsel davranışçı) ve Filial Terapidir. (anne-baba’da dâhil olur) Seanslar yaklaşık 50 dakika sürmektedir. Ancak Filial Terapi 30 dk, 15–20 seans sürmektedir.

3. Oyun terapisti kimdir?
Eğitimli bir oyun terapisti çocuk ile empati kurar. Çocuğun kendini anlaşılmış ve kabul görmüş hissetmesine, kontrol hissi ve farkındalık kazanmasına uygun ortamı sağlar. Yönlendirilmiş çalışmalar hedefe yöneliktir. Oyun terapistinin sorumluluğu rehberlik yapmak ve yorumlamaktır. Terapist problemli davranışın yerine daha olumlu davranışların ve düşüncelerin geliştirilmesine yardımcı olur. Terapinin önemli unsurlarından biri ödüllendirmedir. Bu yolla çocuğa hangi davranışlarının uygun hangilerinin uygun olmadığı yönünde doğrudan mesaj verilir.
Yönlendirilmemiş çalışmalarda ise oyun terapistlerini tanımlayan 8 ilke şöyledir:
1. Terapist çocuğu olduğu gibi kabul eder.
2. Terapist çocukla sıcak bir ilişki kurar.
3. Terapist çocuğun duygularını ifade edebileceği uygun ortamı sağlar.
4. Terapist çocuğun dışarı vurduğu duygulara karşı açıktır ve çocuğa içgörü kazandıracak şekilde ona geri yansıtır.
5. Terapist çocuğa kendi problemlerini çözebilmesine fırsat verir ve yaptığı seçimlere saygı duyar. Değişime karşı yaptığı seçimlerin sorumluluğunu çocuğa verir.
6. Terapist terapi sürecini hızlandıramaz, bu süreç zamanla gelişir.
7. Terapist çocuğu yönlendirmez ve çocuğun çizdiği yolu takip eder.
8. Terapist terapiyi sürdürebilmek için gerekli sınırları çizer.
Oyun terapisini çocuk psikoterapistleri, psikiyatri hemşiresi, sosyal hizmet görevlileri, rehber ve psikolojik danışmanlar, psikologlar, sanat terapistleri kullanmaktadır

4. Ne kadar zamanda sonuç alınır?
Bu süre çocuktan çocuğa değişmektedir. Yaşadığı travmanın ciddiyetine ve olayları nasıl algıladığına göre farklılık gösterir. Problemli davranış ne kadar yeniyse bunun aşılması o kadar kolay olacaktır. Bireysel danışma da 4 haftada bir, gruplarda 8 haftada bir aile görüşmesi ile anne-baba bilgilendirilir.



5. Oyun terapisi hangi durumlarda, kimlere uygulanır?
Oyun terapisi 3–11 yaş arası çocuklara uygundur.
o Boşanmış ailelerin çocuklarına,
o Evlat edinilmiş veya terkedilmiş çocuklara,
o Aile içi şiddet gören çocuklara,
o Okulda zorbalık gören veya zorbalık yapan çocuklara,
o Kaygı, korku ve fobileri olan çocuklara,
o Uyku bozukluğu ve kâbusları olan çocuklara,
o Kardeş kıskançlığı yaşayan çocuklara,
o Ailede kayıp ve yas olan çocuklara,
o Duygusal, fiziksel ve cinsel tacize uğramış çocuklara,
o Konuşma bozukluğu olan çocuklara, (kekemelik, tekrarlayıcı dil, bebek konuşması)
o Hiperaktivite ve Dikkat eksikliği tanısı almış çocuklara,
o Arkadaş edinmede güçlük çeken çocuklara,
o Ders çalışma ve okuma problemi olan çocuklara
o İçe çekilmiş ve sürekli mutsuz olan çocuklara,
o Uygunsuz davranışlar sergileyen çocuklara,
oyun terapisi uygulanmaktadır.

6. Çocuk oyun terapisi ile neler kazanır?
Çocuklar oyun terapisi ile özgüvenlerini kazanmayı, işbirliği yapmayı, başkalarına saygı durmayı, sorumluluk almayı ve sorumluluklarını yerine getirmeyi, kendini korumayı, dikkatini toplamayı, problemlerine çözüm yolu bulmayı, öfkesini doğru yönlendirmeyi, kendini doğru ifade edebilmeyi, sosyal ilişkilerini güçlendirmeyi, korkularını yenmeyi, konuşma bozukluklarını düzeltmeyi öğrenirler.

7. Oyun odasında neler vardır?
Oyun materyali olarak oyuncak mobilyalı ev, oyuncak ev aletleri, oyuncak aile, okul, oyuncak hayvanlar, telefon, birtakım kostüm ve aksesuarlar, ayna, su, kum havuzu, araba, uçak gibi oyuncaklar ve parmak boyası, oyun hamuru, her çeşit boya kalemi, kartonlar, çizim kâğıdı, etiketler gibi sanatsal malzemeler bulunur. Bütün oyuncakların ve materyallerin kullanımı kolay, taşınabilir, güvenilir, dayanıklı ve çocuğun sürekli erişebileceği yüksekliktedir.

8. Çocuğa oyun terapisine gelirken nasıl bir açıklama yapılmalıdır?
Çocuğa doktora gittiğini söylemek yerine, “Oyun terapisi, sen resim veya benzeri sanatsal bir faaliyet yaparken, hikâye anlatırken ya da herhangi bir oyuncak ile oynarken duygularını anlamana ve onlar hakkında konuşmana yardımcı olacak, çünkü onları içinde tutarsan ve ne hissettiğini fark etmezsen mutsuz hissedebilirsin. Oyun terapisti sana hiçbir zaman yapmak istemediğin bir şeyi yaptırmayacak, söylemek ve yapmak istediklerine kendin karar vereceksin” gibi bir ifade kullanmak çocuğun kendini güvende hissetmesine yardımcı olur.


Mine Çelik
Psikolojik Danışman
www.cocukvegenc.com

10 Haziran 2010 Perşembe

Kimin Sabrı 23 Soruya Dayanıklı?

Kimin Sabrı 23 Soruya Dayanıklı?

80’ine merdiven dayamış yaşlı baba ile onu ziyarete gelen 45 yaşında ve saygın bir işi olan oğlu salonda oturuyorlardı. Hal-hatırdan, çoluk-çocuktan, havadan-sudan sohbet ettikten sonra oğlu susmuş, ayrılmanın sinyalini vermişti. O anda üzerinde oturdukları sedirin yanındaki pencerenin pervazına bir karga kondu. Yaşlı baba kargaya gülümseyerek biraz baktıktan sonra oğluna sordu:
-Bu ne oğlum?
Oğlu şaşkın cevapladı:
-O bir karga baba.
Yaşlı baba kargaya biraz daha yaklaştıktan sonra yine sordu:
-Bu ne oğlum?
Oğlu daha da şaşkın, yine cevapladı:
-Baba, o bir karga.
Karga hala pervazda, komik hareketlerle başını sağa sola çeviriyor, başını yan yatırıyor, havaya bakıyor, sonra başını yine onlara çeviriyordu.
Yaşlı baba üçüncü defa sordu:
-Bu ne?
Oğlunun şaşkınlığı sabırsızlığa dönmüştü:
-O bir karga baba, üç oldu soruyorsun. Beni işitmiyor musun?
Yaşlı baba dördüncü defa da sorunca oğlunun sabrı taştı ve sesini yükseltti:
-Baba bunu neden yapıyorsun?
Tam dört defadır onun ne olduğunu soruyorsun, sana cevap veriyorum ve sen hala sormaya devam ediyorsun. Sabrımı mı deniyorsun?!
Babası yüzünde bir gülümseme ile yerinden kalktı, yandaki odaya gitti ve elinde bir defterle döndü. Bu bir hatıra defteriydi. Oturdu, sayfalarını karıştırdı ve aradığını buldu. Sevgiyle gülümsemeye devam ederek sayfası açık bir vaziyette defteri oğluna uzattı ve o sayfayı okumasını istedi. Oğlu şunları okudu:
“Bugün 3 yaşındaki minik yavrumla salondaki sedirde otururken yanı başımızdaki pencerenin pervazına bir karga kondu. Oğlum tam 23 defa onun ne olduğunu sordu. 23 soruşunda da ona sevgiyle sarılarak, onun bir karga olduğunu söyledim. Rahatsız olmak mı? Hayır! Onun sorusunu masumca tekrar edişimi sevgiyle doldurdu…”

2 Haziran 2010 Çarşamba

Karne Zamanı

KARNE ZAMANI

Yarıyıl eğitimini tamamlayan öğrenciler, öğrenme çabalarını notlarıyla tamamladılar. Bazı öğrenciler üzüldü, bazıları da sevindi. Öğrencilerin performanslarının değerlendirilmesi kadar, anne-baba’nın yaklaşımlarının da rolü büyüktür. Ailenin tutum ve davranışları, çocuk ile kurulan iletişim ve ilişkilerinin niteliği de okul başarısını etkilemektedir. Öğrencinin okul notları akademik başarısını işaret etse de, başarısız olduğu yönler başka alanlarda başarılı olamayacağı anlamına gelmemektedir. Anne-babalar çocuklarının başarısızlıklarından çoğu zaman kendilerine pay biçmekte, yüksek beklentilerinin karşılanmaması halinde öfke ve kızgınlıklarını çocuklarına yönlendirmekte ya da diğer yaşıtlarıyla kıyaslamalar yapmaktadır. Etiketlemeler, suçlamalar ve yargılamalarda önemli ölçüde yaralayıcıdır. Bu durum çocukta stres, kaygı, güvensizlik, özgüven eksikliği ve kendini değersiz hissetmeye yol açabilir. Bu tür davranışlar, çocuğun anne ve babasıyla kopuk iletişim kurmasına ve ilgisini dış çevreye yönlendirmesine neden olmaktadır. Benlik saygısının olumsuz yönde etkilenmesi de çocuğu travmalara, hatta intihara sürükleyebilir. Diğer yandan, çocukların ilgiyle, sorumluluk duygularının gelişmesi desteklenmelidir. Sorumluluk alıp, sorumluluklarını yerine getirmesi, düzenli ders çalışması, iyi davranışlarının ve akademik anlamda ödüllendirilmesi başarılarına katkı sağlamaktadır.

ÖGRENCİLERİMİZ/ÇOCUKLARIMIZ İÇİN NE YAPABİLİRİZ?
• Ailelerin çocuklarına yönelik sevgisini başarılarına bağlamamaları gerekir.
• Başarısız çocuklara ölçüsüz cezalar verilmemelidir. Başarılı çocuklara karşı ise abartılı övgülerden kaçınılmalıdır
• Öğrencilerin karneleri değerlendirilirken önce başarılı olduğu yönleri vurgulanmalıdır. Başarının övülmesi ile öğrencinin özgüveninin artmasına ve başarıyı yaşamasına izin vermek gerekir.
• Olumlu yönlerin ifade edilmesinden sonra öğrencinin de kendini ifade etmesine izin verilerek, başarısız olunan yönlerinin değerlendirilmesi gerekir. Suçlayıcı ve yargılayıcı bir dil kullanmadan başarısızlığın nedenleri araştırılmalıdır. Hangi davranışlarının düşük not almasına neden olduğu, başarısızlıktan dolayı hissettiği duygularını ifade edilmesi ve öğrencinin olumlu yönde motive edilmesi gereklidir.
• Belirli dönemlerde (ergenlik dönemi) bazı öğrenciler birtakım uyum sorunları yaşamaktadır. Bu dönemde öğrenciler daha fazla desteğe ihtiyaç duymaktadır. Başarıları ön planda tutulmalıdır.
• Başarısına karşı yapmayı düşündüğünüz, planladığınız ödüllendirmeler, yapılmamalıdır.
• Öğrenci ne kadar başarısız olsa da tatilinin bir bölümünü dinlenmeye ayırmalıdır.
• Anne-babalar çocuklarıyla birlikte, tatili eksiklikleri gidermek ve iyi vakit geçirmek yönünden, açık bir iletişim ile planlayarak geçirmelidir.
• Öğrencinin tatilde kitap okumak gibi eğitici aktivitelere yönelmesi desteklenmelidir.
• Başarısızlığın sürekliliğinde psikolojik tutumlar kadar organik faktörlerin de etkisi büyüktür. En yakın zamanda tedavi için ilgili merkezlere yönlenilmesi gerekmektedir.
• Eğitim ve öğretim ömür boyu devam eden bir süreçtir. Karne ise sadece bir dönemi değerlendirmektedir. Öğrencilerin her zaman başarısızlıklarını telafi etme ve onları başarıya dönüştürme fırsatları bulunmaktadır. Bu anlamda çocuğun başarısızlıklarını belirleyebilmesi, kendini değerlendirebilmesi, eksikliklerini fark edebilmesi ve gelecekte başarılı olabilmesi için birtakım yollar ve yöntemler belirlemesi gerekmektedir.
Çocuğun başarıyı yakalayabilmesi yeteneklerine, olumlu duygularına, kendine güvenmesine ihtiyacı vardır. Bu doğrultuda çocuğun yetenek ve ilgilerinin tespit edilmesi ve eğitiminin desteklenmesi gerekir.

ANNE-BABA İLE DOĞRU İLETİŞİM KURMANIN YOLLARI

• Anne-babalar ile asla tartışmaya girmeyin. Bu onların kalbini kırabilir ve isteklerinizin gerçekleşmemesine ve ilişkilerinizin bozulmasına, kısacası her şeyin tersine dönmesine sebebiyet verebilir. Tartışmalarınızı yumuşak geçişlerle sonlandırmanız yararınıza olacaktır.
• Anne-babanızla problemli bir ilişkiye sahipseniz, size yol gösteren, samimiyetine güvendiğiniz, yol yordam bilen bir danışmana ihtiyacınız var demektir. Profesyonel bir psikolojik danışman, psikolog size yardımcı olabilir. İçinizdekileri rahatlıkla danışmanınızla paylaşabilirsiniz.
• Yolunuzu çizebilmeniz için mantıklı, kesin, net, açık, uygulanabilir kararlarınız ve hedefleriniz olursa, onları gerçekleştirirken ailenizi ikna edebilecek güce ve beceriye de sahip olursunuz.
• Öncellikle ebeveynlerinizden birini ikna etmeye çalışın. (tercihen anne olmalı) İkisini birden ikna etmekten daha az yorucu olacaktır. Birini ikna ettiğinizde en azından desteğiniz olacaktır.
• Bazı somut başarılar, anne-babanızın içini rahatlatacak ve size daha çok güvenmelerine ve desteklemelerine yardımcı olacaktır.
• Her şeye muhalif olan bir anne-baba ya da çok otoriter olan bir baba için uygulanabilecek taktik, asla olumsuz bir tavır takınmamaktır. Kesin ve güvenli bir yolda ilerledikçe, her şey yoluna girecek ve ailenizde kendiliğinden ikna olacaktır.






Mine Çelik
Psikolojik Danışman
www.cocukvegenc.com

13 Mayıs 2010 Perşembe

Nefreti aşmanın tek yolu var: Affetmek

Nefreti aşmanın tek yolu var: Affetmek

Başkalarını affettiğimizde biz özgürlesiriz.
Nefret yaşamdan zevk almamızı, insanların güzel yanlarını görmemizi engeller. Hiç kimse saf iyi ya da saf kötü değildir. Salt kötülükleri görmek bir süre sonra şüphe, depresyon ve umutsuzluk denizinde boğar insanı.
Nefret dolu bir yaşam, mutsuz bir yaşamdır. Affetmek insanı derinleştirir.
Affetmek için, insanın ruhsal ve zihinsel olarak kendisini hazır hissetmesi gerekir. Çünkü affetmek bir seçimdir.
Kimsenin zorlamasıyla affetmek mümkün değildir. Affetmek bir süreçtir.
Birdenbire affedişler bile bir sürecin ürünüdür.Affetmeyi seçtiğinizde kimse size borçlanmayacaktır. Yani koşullu affetme yoktur. Diğer insanın da sizi affetmesini, değişmesini veya sizin istediğiniz gibi olmasını beklemeyin.
Affetmek bir seçimdir. Amacı sizin rahatlamanızdır, sizin özgürleşmenizdir. Nefret duyduğunuz kişinin yaşıyor ya da ölmüş olması sizin affetme sürecinde duyduğunuz acıların yoğunluğunda bir farklılık yaratmayacaktır. O acılar sizin acılarınız.
Affetmek kolay değildir. Fakat özgürleşmek için gereklidir. Çoğu insan affetmenin nefret ettiği kişiyi suçsuz ya da haklı bulduğu anlamına geleceğini sanır.
Oysa affetmek, geçmişteki anıların boyunduruğundan kurtulmak, yaşamımızı kontrol altında tutmasına son vermek demektir.
#

Affetmek, o kişiyi sevmek değil.
Affetmek, o kişiyle konuşmak zorunda olmak değil.
Affetmek, o kişiyle ilişkiyi sürdürmek değil.
Affetmek, o kişinin beklentileri doğrultusunda davranmak değil.
Affetmek, o kişiyi kucaklamak değil.
Affetmek, o kişiyi suçsuz bulmak değil.
Affetmek, o kişiyi haklı bulmak değil.
Affetmek, o kişinin verdiği zararları telafi etmek için çaba göstermemek değil.
Affetmek kırgınlığın, küskünlüğün, nefretin hapishanesinden özgürlüğe kavuşmaktır.
Affetmek artık acıyı hissetmemektir. Yapılanları zihinsel olarak unutmak zaten mümkün değildir.
“Duygusal unutma” affetmenin diğer adıdır.

Alıntı..

3 Mayıs 2010 Pazartesi

Bebeklerde ve Çocuklarda Uyku Sorunları

BEBEK VE ÇOCUKLARDA UYKU PROBLEMİ

Uyku, dış etkenlere karşı bilincin bir bölümünün ya da bütünüyle kapalı olmasına dayanan bir beyin işlevi, fiziksel bir dinlenme hali, aynı zamanda duygusal ve içgüdüsel yaşamı da konu alan gelişimsel ve psikolojik bir durumdur. Uyku tek bir süreçten oluşmaz, farklı çeşitlerde uyku süreçleri bulunmaktadır: uykuya dalma, rüyasız uyku ve rüyalı uyku. Uykuya dalma sürecinde, bireyin fiziksel olarak çevresi ve kendi bedeni ile ilgili algıları giderek azalır ve uykuya geçer. Rüyasız uykuda, vücudun temel ihtiyacı olan proteinlerin yeniden yapılandığı, kişinin fiziksel olarak bedeninin dinlendiği ve büyüme hormonlarının salgılandığı dönemdir. Uykunun rüya döneminde ise, ruhsal alan ön plandadır. Bu dönemde gerilimlerin açığa çıktığı, bilinç düzeyinde olan her şeyin ve günlük hayatta yaşananların programlandığı görülür. Uyanıkken algılanan duyumlar, rüyalar ile tekrar yapılanır.
Bebeklerin ve çocukların uyku özellikleri, bireysel ve dönemsel olarak değişkenlik göstermektedir. Uykusuzluk, ilk aylarda olağan bir durumdur. Bazı bebekler çok uyurken bazıları daha az uyuyabilir. Yeni doğanlar zamanın büyük bir çoğunluğunu uyuyarak geçirir (19-23 saat) ve uykuları aralıklı, bölüktür. 3 yaşa doğru ise uykunun derinliği artmaktadır. Okul çağı çocukları sıklıkla uyku saatine direnç gösterir. Uyuması gereken saatte televizyon seyreden, ödevlerini geç bitirdiği için geç yatan çocuklar gün boyunca uykusuzluktan etkilenir. Rüya görmek açısından bakıldığında ise, yeni doğanlar ve bebekler, uykuya daldıktan 30-45 dakika sonra, çocuklar ise uykuya daldıktan 2 saat sonra rüya görmeye başlar. Her yaş döneminde korkulu rüyalar çocukları olumsuz yönde etkilemektedir. Kısaca yetişkinlerde olduğu gibi, bebeklerde ve çocuklarda da uyku ve rüya görmekle ilgili problemler gözlenmektedir. Uyku bozukluğunun ise tam ve doğru olarak tanımlanması için sıklığı, şiddeti, ciddiyeti, gelişimi, süresi ve buna eşlik eden başka durumların olup olmadığına bakılmalıdır. Bu sebeple de önce çocuğun günlük yaşantısı gözden geçirilmeli, detaylı bir doğum ve gelişim öyküsü alınmalıdır.

UYKUSUZLUĞUN NEDENLERİ

İki yaş civarı, uyku sorunlarının bir kısmının görüldüğü önemli bir dönemdir. Bebeğin ilk aylardaki bakımının niteliğinin ve sürekliliğinin önemi büyüktür. Erken dönem çocukluğunda fiziksel ihtiyaçlar uykuyu etkilemektedir. Açlık uykudan uyandırmakta, toklukta uyumayı kolaylaştırmaktadır. 2-3 aylık bebekler kolay uyarılabilir, sinirlidir ve bu özellikler annede sabırsızlık, yetersizlik ve ilişkiye bağlı rahatsızlıklar oluşturabilir. Annenin bu rahatsız ya da huzursuz hali bebeğin uykusunu olumsuz yönde etkileyecektir. Bu anlamda anne - bebeğin ilişkisi ve aile yaşam şeklinin önemi büyüktür. Bebeğin hareket ve dil becerisinin gelişme düzeyi, iklim, sıcak-soğuk, gürültü gibi dış etkenler, vücutta organik bir sıkıntı veya acı uykuyu da etkileyebilir. Uykuya dalma sıklıkla zordur. Bazı çocuklarda ağlama, inatlaşma gibi bir gerginlik ile uyurlar. Bu durumda çoğunlukla nesnelere bağlanma, emme, uyku öncesi ritüeller sıklıkla görülmektedir. İleriki dönemlerde ise rüyalar psikolojik açıdan isteklerin gerçekleşmesine aracı olacaktır. Çocuklarda uykuya dalma zorlukları, gece terörü, korkulu rüyalar, uyurgezerlik, uykusuzluğun diğer sebeplerindendir.

Uykuya dalma zorlukları:
Çocuk 2-6 yaş döneminde çok hareketliyse uykuya direnebilir. Aynı zamanda kaygılı rüyalarda bu güçlüğü tetikleyecektir. Çocuk uyumaya dirençliyse, anne-baba ile uyumak, koltukta uyumak, kapıyı aralık bırakmak, bir ışık yakmak, uykuya geçişi kolaylaştıracak bir nesneye temas etmek, masal dinlemek, parmak emmek isteyecektir. Bu belirtiler, çocuğun anne-baba ile ilişkisinin sona erecek olmasına yönelik kaygılardan ileri gelir ve bu durumun görüldüğü zaman erken çocukluk (3-6 yaş) dönemidir. Uyku saatlerinin düzensizliği ve aşırı baskıcı anne-baba tutumları, çatışmalı bir ev ortamı uykuya dalmayı güçleştirmektedir. Çocukların sıklıkla ağladığı, yatırıldıktan sonra tekrar kalktığı, uyumadan yatağına geçemediği, anne-baba ile sıklıkla çekişmeli bir ilişki içerisinde olduğu gözlenmektedir. Bu direniş çocukta yatma korkusuna dönüşebilir ve uykuda gerçek dünyadan bağını koparmamak ve anne -baba ile ilişkisi sürdürebilmek için, güvenliğini sağlama amaçlı koruyucu yöntemler ve alışkanlıklar geliştirebilir. Uykuya dalma zorlukları genellikle görülen rüyalarla bağlantılıdır. Bu rahatsızlık verici rüyaların en çok görüldüğü yaşlar 3, 6 ve 10 dur. Görülen rüyalar sıklıkla çocuğun bağımlılığına ve kendini tehlikede hissettiğine işaret etmektedir. Özellikle okul çağındaki çocuklarda uykuya geçişi zorlaştıran engeller daha çok anksiyete, depresyon, stres ve korkuyla ilişkilidir.

Gece terörü:

Uykunun rüyasız uyku dönemine denk gelmektedir. Genellikle okul çağından önce (7 yaş) başlar, ortalama 4-5 yıl sürer ve sıklıkla erkek çocuklarında görülür. Gece terörü yaşayan çocukları karakterize eden bazı özellikler vardır: Gece çocuk uyanır ve ağlar, bakışları dalgın, korkmuş ve solgun bir yüz ifadesine sahiptir. Buna terleme, çarpıntı da eşlik edebilir. Uyanık görünüyor olmasına rağmen uyanmaz, çevresini tanımaz, tekrar uyur ama sabah uyandığında da hiçbir şey hatırlamaz. Bu durum sadece kısa bir süre için geçerlidir.

Korkulu Rüyalar:

Korkulu rüyalar, 2 yaş üstü çocuklarda gece uykunun, ilk evresinde ortaya çıkmaktadır. Çocuk uyanır, ağlar, bağırır, endişelidir, yardım ister ve genellikle sabah kalktığında hatırlar ve rüyasını anlatabilir. Bu uyku bozukluğu, çocuğun gündelik hayatında başa çıkamadığı, yoğun, sıkıntılı durumlara bağlı gelişmektedir. Kötü rüyaların içeriğine bakıldığında çocuğun fantezileri, hayal ürünü korkutucu nesneler, kaygı ve korku duyulmasını sağlayacak olaylar ve ürkütücü televizyon programları mevcuttur. Aynı zamanda ateşli hastalıklarla ilişkili uyku eksikliğinde de korkulu rüyalara rastlanmaktadır. Fakat bu durumu travmaya bağlı tekrarlayan rüyalardan ayırt edebilmek gerekir. Bu rahatsızlık 4-5 yaş döneminden sonra giderek azalır ama mutlaka tedavi edilmesi gerekir.

Uyurgezerlik:

Okul çağı ve sıklıkla erkek çocuklarında (7-12 yaş),karşılaşılan bir güçlüktür. Uyurgezerlik kalıtımsal bir durumdur. Ailede varsa çocukta da görülme oranı çok yüksektir. Gecenin başında çocuğun kalkıp gezdiği ve bir süre sonra (10-30 dakika) tekrar yatıp uykusuna devam ettiği gözlenmektedir. Uyurgezerlik durumunda çocuğun sahip olduğu birtakım davranışlar vardır: yürüme, giyinme, konuşma, dışarı çıkma vb. tekrarlayıcı motor hareketler, gözünü dikip boş bakma ve iletişim kurulmak istendiğinde bir tepki alamama gibi. En doğrusu çocuk uyandırılmamalıdır çünkü bilinçsiz ve şaşkın bir halde olduğundan karşısındakilere aşırı tepkiler verebilir. Sabah uyandığında ise bunu hiç hatırlamayacaktır. Bu dönemde çocuğu çevresel tehlikelerden koruyarak, uyandırmadan tekrar yatağına dönmesine yardımcı olunmalıdır.

KALİTELİ UYKU İÇİN ÇÖZÜM YOLLARI

• Erken çocukluk döneminde gelişime bağlı, kalıcı olmayan durumlar söz konusudur. Çocuğa ihtiyacı olan, gerekli desteği vererek rahatlatmak gerekir.
• Uykunun kalitesini bozan etkenlere dikkat edilmelidir. Isı, ışık, ses, yanlış beslenme, uyku öncesinde bir gerginlik, uyku saatlerinin düzensizliği gibi olumsuz dış etkenlerin ortadan kaldırılmalıdır.
• Yorgunluk, uykusuzluğa yol açabilecek durumlardan kaçınılmalıdır.
• Uyku saatinde yapılan aynı ritüeller, (masal anlattırma, özel nesneler, dokunma, gece lambası) gevşetici-sakinleştirici davranışlar ve egzersizlerden faydalanılmalıdır.
• Uyurgezerlik gibi özel durumlarda, olası kazalara karşı koruyucu önlemler alınmalıdır.
• Psikiyatrik ve medikal sorunlar mevcut ise vakit kaybetmeden tedavi edilmelidir.
• Farmakolojik tedavi gerekiyorsa da asla ihmal edilmemelidir.


Mine Çelik
Psikolojik Danışman
www.cocukvegenc.com

19 Nisan 2010 Pazartesi

DEHB DİKKAT EKSİKLİĞİ VE HİPERAKTİVİTE BOZUKLUĞU

DEHB HİPERAKTİVİTE BOZUKLUĞU

1. DEHB Hiperaktivite Bozukluğu nedir?

Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu, bireyin yaşına ve gelişim düzeyine uygun olmayan dikkat sorunları, aşırı hareketlilik, dürtüsellik ve dikkat sorunlarından oluşan bir psikiyatrik bozukluktur.

2. DEHB Hiperaktivite Bozukluğunun tanısı nasıl konur?

Bir kişide dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğundan bahsedebilmek için 7 yaştan önce başlamış olması gerekir, kalıcı ve sürekli olmalıdır (en az 6 ay), birden fazla ortamda görülüyor olması gerekir (ev, okul vs.), kişinin günlük yaşamını etkileyecek boyutta olması gerekir. Hiperaktivite ve dürtüsellik ölçütü olarak tanımlanan 9 belirtiden en az altısının, en az 6 aydır, birden fazla ortamda görülüyor olması durumunda Hiperaktivite Bozukluğu’nun varlığı düşünülür.

Hiperaktivite ölçütleri:
1. Eli ayağı kıpır kıpırdır.
2. Oturduğu yerde duramaz.
3. Gereksiz yere sağa sola koşturur, eşyalara tırmanır.
4. Sakince oynamakta zorlanır.
5. Sürekli hareket eder ya da sanki motor takılmış gibidir.
6. Çok konuşur.

Dürtüsellik Ölçütleri:
7. Sorulan soru tamamlanmadan cevap verir.
8. Sırasını beklemekte güçlük çeker.
9. Başkalarının sözünü keser ya da oyunlarında araya girer.

3. DEHB Hiperaktivite Bozukluğuna eşlik eden belirtiler nelerdir?

DEHB Hiperaktivite Bozukluğuna eşlik eden belirtiler, zamanı iyi kullanamama, dağınıklık-düzensizlik, hırçınlık, sosyal beceri sorunları, sakarlık, koordinasyon güçlükleri, kendine güvenmeme, uyku sorunları, geçmişten ders almama, geleceği öngörememe, ödül ve cezadan etkilenmemedir.

4. DEHB Hiperaktivite Bozukluğuna eşlik eden ruhsal bozukluklar nelerdir?

DEHB Hiperaktivite Bozukluğuna eşlik eden diğer ruhsal bozukluklar, Özel Öğrenme Güçlüğü, Karşı Gelme Bozukluğu, Davranım Bozukluğu, Depresyon, Kaygı Bozuklukları, Tik, Tourette Bozukluğudur.

5. DEHB Hiperaktivite Bozukluğunun nedenleri nelerdir?

DEHB Hiperaktif Bozukluğunun nedenleri ailede benzer belirtilerin olması, aile içi stres ve şiddet, doğum öncesinde anne’nin sigara - alkol kullanımı, doğum sırasında erken doğum ve doğum komplikasyonları, doğum sonrasında ise bazı hastalıklara, kurşun gibi maddelere maruz kalmadır.

6. DEHB Hiperaktivite Bozukluğuna sahip çocukların olumlu özellikleri nelerdir?

DEHB Hiperaktivite Bozukluğuna sahip çocukların olumlu özellikleri, enerjik olma, yaratıcılık, sıcakkanlı ve cana yakın olma, kolay ilişki kurabilme, esneklik, hoşgörülü olma, iyi bir espri yeteneğine sahip olma, risk alabilme (bazen gereğinden fazla), insanlara kolaylıkla güvenme (bazen gereğinden fazla)

7. DEHB Hiperaktivite Bozukluğunun Tedavisinde neler yapılabilir?

DEHB Hiperaktivite Bozukluğu için önerilen tedavi yöntemleri içinde etkinliği bilimsel çalışmalarla kanıtlanmış olan tedaviler: ilaç tedavisi, anne-baba ve öğretmen eğitimi, okulda ve evde uygulanan davranış kontrol yöntemleridir. Etkinliği henüz yeterince bilimsel çalışma ile kanıtlanmamış olan diğer yöntemlerden diyet tedavisi, bazı mineral ve vitamin kürleri, EEG Biyoyararlanım alternatif tedavi olarak görülebilir.










Mine Çelik
Psikolojik Danışman
www.cocukvegenc.com

8 Nisan 2010 Perşembe

Şansım Yok Derken

ŞANSIM YOK DERKEN
Ne çok duyarız bu sözü: “ Şansım yoktu.”
“Hiç şansım yoktur.”
“Kader işte, ne yapacaksın?”
“Talihim olsaydı, böyle mi olurdu?”
“Kısmet diye bir şey var ama bize uğramamış.”
“Hayat bize hiç fırsat vermedi ki!”.
Şans, kader, kısmet, talih, baht!
Bu konu hep dikkat çekmiş, hep tartışılmış, hep araştırılmıştır.
Talih midir, olasılık hesapları mı?
Kader midir, yaşama müdahale etmek mi?
Böyle bir şeye güvenmeli mi, yoksa bu bir sığınma mı?
Hayatta fırsat mı beklemeli, fırsat mı yaratmalı?
Kadercilik, çoğu kez toplumsal bir düşünme biçimidir.
Doğu toplumlarına musallat olmuş bu mistik inanç demeti insanı rahatlatır.
Ama işte Kant gibi, Descartes gibi düşünürler, Weber gibi bilim insanları bu mistik inancı akıl terazisinde tartarak bir yana bırakmayı önermişlerdir.
Akılcı (rasyonalist) düşünce biçimi bu ‘rahatlamayı’ ortadan kaldırmıştır.
‘İnsan, kendi kaderini kendisi yaratır.’
‘Şans denilen şey, doğru zamanda doğru yerde olmaktır.’
‘Talih, senin hayata kattıklarından sana dönendir.’
‘Kısmet, hayattan alacağın pay için yaptıklarındır.’
Ama ne ki, insanların da yapamadıklarına=erişemediklerine ‘kendilerini kurtaran’ nedenler bulmaları gerekmektedir.
Arabesk düşünme biçimi budur.
Tıpkı arabesk müziğin sözleri gibi ‘Tanrım, kaderimi baştan yaz’ diye inleyecektir.’
‘Erişemiyorum, ulaşamıyorum, nerelerdesin?’ diye sızlanacaktır.
Elinden bir şey gelmemektedir, çünkü talihi yoktur.
Hiç umudu kalmamıştır, çünkü burcu öyle söylemektedir.
Boş inançlar, insanın toplumsal uyuşturucularıdır.
İnsanı ruhsal bir felce uğratmakta, hiçbir şey yapamayacağına inandırmaktadır.
Bu kısırdöngüyü kıracak olan gene, insanın kendisidir.
Kendinden hiçbir şey beklemeyenler, her şeyi başkalarından bekleyenler, şanstan, talihten, kaderden, yıldızlardan, burçlardan bekleyenler daha çok bekleyeceklerdir. Onlar, gerçekten de kendi kendilerinin engeli olmuştur.
Erdal ATABEK

29 Mart 2010 Pazartesi

Hayali Arkadaşlar

HAYALİ ARKADAŞLAR

Hayali arkadaşlara 3 – 4 yaş çocukluk döneminde sıkça rastlanmaktadır. Okul döneminin başlaması ile (yetişkin düşünce özelliklerinin başladığı dönem) giderek azalıp kaybolmaktadır. Çocuğun yaşantısında bazen kısa bazen de uzunca süre yer alır. Hayali arkadaş bazen bir yaşıt, bazen bir yaratık bazen de bir eşya olabilir. Bu varlık yaşatıldığı sürece belirli, değişmez özelliklere sahiptir. Erken çocukluk döneminde hayali arkadaş normal, sağlıklı, zihinsel ve duygusal gelişimin bir işareti olarak kabul edilse de, yine de değerlendirmeden önce bir yalnızlık duygusu ya da bir örselenme olup olmadığına dikkat edilmelidir. Ebeveynler hayali arkadaşı, ruhsal bir bozukluğun belirtisi olarak algılayıp kaygılanabilirler. Çocuk tamamen dış dünyadan kopmadığı sürece endişelenecek bir neden yoktur. Bu durum çocuklarda gelişen mahremiyet ve gizlilik duygularının bir uzantısı olarak da oluşabilir. 3 yaş çocukları kendi dünyalarının sınırlarını denerken, aynı zamanda gerçek ve hayali birbirinden ayırt edebilme yetisi henüz gelişmediğinden, hayali bir dünya kurma ve hayali insanlar oluşturma eğilimindedir. Bu yaş dönemine ait karışık düşünceler eşlik etmektedir. Çocuklar çoğunlukla öfke, kıskançlık, bencillik, imrenme gibi olumsuz düşüncelerden, rahatsızlık duyduğu için uzaklaşmak ister ve bunları başka birine bağlayarak ya da suçlarını örtbas ederek hayali arkadaşlarını kullanabilirler. Bu çocuğun doğruyu ve yanlışı ayırt edebilme beklentilerine uyum süreci olarak görülebilir. Hayali arkadaşların varlığı nasıl ki sağlıksız bir durumun habercisi değilse, olmaması da çocuğun iç dünyasının gelişmediği anlamına gelmez. Çocukların hayali arkadaşlarından vazgeçmelerinin nedenleri de yetişkinlerin engellemeleri, kötü bir şey yaptığına dair aldığı geri bildirimler, yuvaya başlama ile yaşıtlarıyla ilişki kurmaya adım atması ya da yeni düşlere sahip olma isteği olabilir.

Hayali arkadaş’a sahip çocukların özellikleri:
• Erken çocukluk dönemindedir.
• Sıklıkla kız çocuklarında görülür.
• Ortalama ve ortalamanın üzerinde zihinsel kapasiteye sahiptir.
• Bu çocuklar atılgan ve gözü pek olacağı gibi ürkek ve çekingen de olabilir
• Yalnız çocuklardır.
• Hayali arkadaşlarını kötüye kullanabilirler.

Hayali Arkadaş’ın Yararları:
• Hayali arkadaş, çocuklara kendi kimliğinin farkına varmasında güvenli bir yoldur.
• Hayali arkadaş, özellikle yaşıtlarıyla bir arada olamayan yalnız çocuklar için yakın bir oyun arkadaşıdır.
• Çocuk hayali arkadaşını kontrol edebilir, ona hükmedebilir. Dolayısıyla hayali arkadaşı vasıtasıyla ona zarar veren diğer çocukları tanımlayabilir ve onlarla baş edebilir.
• Hayali arkadaşlar gelecekteki arkadaş ilişkilerini prova etmelerine yardımcı olur.
• Hayali arkadaş, çocuğun hayal dünyasını istediği gibi keşfetmesine neden olur.
• Çocuk hayali arkadaşı ile büyümeye yönelik adımları daha cesaretle atmaktadır. Gelecekte nasıl bir yaşantı isteğini göstermesi açısından önemlidir.
• Dil gelişiminin başladığı dönemde hayali arkadaşın önemli katkıları bulunmaktadır. Çünkü hayali arkadaş onun sözünü kesmeden ilgi ile dinlemektedir.
• Aynı zamanda çocuklar hayali arkadaşları ile günlük hayatlarında açığa çıkaramadıkları güdülerini ortaya koyarak anlatmaya çalışırlar.




Anne-Babalara Düşen Görevler:
• Anne-Babalar çocuğun hayali düşüncelerini kabul etmeli ama çocuğun gerçek dünya ile arasındaki sınırlarını öğrenmelerine yardımcı olmalıdırlar. Çocuğun ihtiyacı olan mesaj “Ne olursa olsun seni seviyorum” dur. Bu durum çocuğun kendi dünyasını istediği gibi keşfetmesine yardımcı olacaktır. Çocuk, anne-babasının kendisini gerçek dünyaya geri getireceğini bilir.
• Çocuk hayali arkadaşına kendini çok kaptırırsa, gerçek arkadaşlarından ve gerçek dünyadan uzaklaşırsa konu çocuk ile konuşulmalıdır. Ona daha fazla oyun arkadaşına sahip olmasını istediğinizi söyleyebilirsiniz. Hayali arkadaşına saygı duyduğunuzu, ona değer verdiğinizi ama ‘gerçek’ arkadaşlara da sahip olması gerektiğini bilmesini sağlayın.
• Çocuğa uygun bir ya da daha fazla oyun arkadaşı ayarlanmalı ama zorlamadan tanışmaları için fırsat verilmelidir. Çocuklar sosyalleşmeyi öğrendikleri zaman desteğe ihtiyaç duyarlar. Zorlamak çocuğa yetersizlik hissettirebilir. İletişim kurmayı başardığında ise, bunun ne kadar zor olduğunu belirtmek ve gurur duyduğunuzu söylemek yararlı olacaktır.
• Hayali arkadaşının arkasına saklanırsa da üstüne düşmemek gerekir.







Mine Çelik
Psikolojik Danışman

12 Mart 2010 Cuma

Gençlerde Marka Takıntısı

GENÇLERDE MARKA TAKINTISI

Çocukluk döneminde öğrenilen her şey gün gelir yetişkin dünyasındaki yeni değerlerle yer değiştirir. İşte bu döneme ergenlik dönemi adı verilir. Eski değerlerle yenilerin karşılaştırıldığı, mesleki, cinsel ve sosyal kimliğin tanınarak yerleştirilmesi sırasında bir çabalama söz konusudur. Bu çabalamaya da kimlik bunalımı adı verilir. Kimlik duygusunun kazanılması için verilen bu çaba normaldir. Bazı ergenler bu dönemi sessizce, bazı ergenler de bu dönemi fırtınalı bir şekilde atlatır.
Marka takıntısı genellikle özentidir, bu duruma kimlik arayışındaki gençler kendilerini daha kolay ifade etme aracı olarak seçmektedirler. Marka takıntısı, aşırı noktadaki durumlarda aile çatışmalarına, yoğun borçlanmaya, hatta şiddete yol açabilecek ciddi sorunlara neden olabilir. Marka kullanmak rekabete, diğerleriyle aynı marka kullanamayanların kendisini değersiz görmesine neden olabilir. Marka takıntısı kendini daha değerli hissetmek, bulunduğu çevrede kendini kabul ettirmek ve tanımlamak için kullanılan olumsuz bir davranış biçimidir. Marka takıntısı aynı zamanda tüketim toplumunun da bir sonucudur.
Bu düşkünlüğün temelinde:
• Gelir dağılımındaki eşitsizlik,
• Kişilerin kendilerini tanımlayacak sağlıklı değerlere sahip olmaktan uzaklaşması ve toplumun öğretileri gibi sosyolojik nedenler,
• Küresel pazarlama stratejileri,
• Gençlerin farklı ve sosyal- düşünsel politik aidiyetlerinin zayıflaması olabilir.
Sağlıklı çözüm, karmaşadaki gencin uygun danışma ile bu dönemi atlatması ve kimliğini tamamlamasıdır. Ailelerin bunu fark edip ele almaları gerekir. Aileler çocuklarını yargılamamalı, aksine özgüvenlerinin artması için destekte bulunmalıdır. Markanın şekilcilik ötesinde bir anlam taşımadığını da çocuklarına anlatmalı ve kendi davranışlarıyla çocuklarına model olmalıdırlar.
Mine Çelik
Psikolojik Danışman
www.cocukvegenc.com

3 Şubat 2010 Çarşamba

Meslek Seçimi

MESLEK SEÇİMİ

Şimdi yeni bir döneme geçmenin ve hayatta kalıcı değişimler yapmanın tam zamanı. Artık genç erişkinliğe geçişin ilk tohumlarını atmak ve onları yeşertmek için çaba göstermek gerekiyor. Eski zamanlarda bu dönemde hayatta yapılması gereken üç önemli tercih olduğu söylenirdi. Bunlar, arkadaş seçimi, eş seçimi, iş seçimiydi ve yine denir ki, zevk alarak bir işi yapıyorsan ömür boyu çalışmak zorunda kalmamışsındır. Amerika’da üniversite ikinci sınıfta başlayan bölüm seçimlerinin, ülkemizde maalesef 15–16 yaş arası gençler tarafından yapılması bekleniyor. Gençlerin bütün meslek ve sosyal yaşamını belirleyen bu önemli kararın da aceleye getirilmemesi gerekir; çünkü severek ve keyif alınarak yapılan bir mesleğin yerini hiçbir şey tutamaz. Son yıllarda yapılan mülakatlarda da diploma kadar, o işin ne kadar istenip istenmediğine ve o işe ne kadar uygun olunup olunmadığına da bakılmaktadır. Baba mesleği ya da popüler mesleklere yönelmeden önce, gençler kendilerini bu mesleğe ne kadar hazır hissettiğini sorgulamalı, asıl istediklerinin bu olup olmadığına karar vermelidirler. Gençler hayallerinin mesleğini ancak kendilerini çok iyi tanıyarak keşfedebilirler. Bu zorlu yolculukta öğrencilerin kendileri için yapabilecekleri pek çok şey varken, aynı zamanda kabul etmeseler de anne-babalarının da desteğine ihtiyaç duymaktadırlar. İnsan ömrünün büyük bir bölümünün çalışarak geçtiği düşünülürse, bir gün kişinin ve toplumun mutlu olması ve iyi ilişkiler kurabilmesinin öneminin anlaşıldığı, ilerleme çabasında olan toplumların mesleklerine uygun, işinin ehli ve bütün inceliklerini bilen, kendisine ve çevresine yeni fırsatlar oluşturabilecek nitelikli insanlardan oluşmuş bir dünyada yaşayabilmek dileğiyle…

Gençler Neden Yanlış Seçimler Yapıyor?

1. Bir ya da birkaç öğretmeninden ya da çevresindeki diğer başarılı kişilerden etkilenip, düşünüp, muhasebesini yapmadan önerdiği mesleklere yönelebiliyor.
2. Evde aile baskısından kurtulmak isteyen genç kızlar sadece daha bağımsız ve özgür olmak için tercih etmediği üniversitelere girebiliyor, ya da meslekleri kabul etmek zorunda kalabiliyor.
3. Genç erkekler ise, askerliklerini ertelemek için ilk tercihlerinden olmayan hatta hiç istemediği üniversitelere girebiliyor.
4. İşin kolayına kaçarak ya da aile baskısıyla baba mesleklerini devam ettirebiliyorlar.
5. Kimi gençler de ekonomik durumunun yetersizliğinde dolayı sadece parasız ya da burslu öğrenime ilgi gösterebiliyor.
6. Daha fazla para ve saygınlık kazanma umuduyla, günümüzün popüler mesleklerini seçerek de yanlış seçimler yapabiliyorlar.

Yanlış Seçimlerin Sonuçları ve Etkileri

1. Böylesi rasgele ve alelacele yapılan seçimlerin sonucunda iş ve öğrenim yaşamında istenilen başarı ve çabayı göstermek zordur. Gençler seçtiği bölümün ya da mesleğin gerektirdiği başarıyı ya da çabayı gösteremediklerinde ve aradıklarını bulamadıklarında sıkıntı ve kaygı duyabilir, aşağılık duygusuna kapılabilirler. Bu da çabayı azaltır.
2. Çalışma ve öğrenim hayatında çatışmalar, sürtüşmeler ve tartışmalar başlayabilir. Bu durum sadece gencin kendisine ve ailesine tedirginlik vermekle kalmaz, işin ve öğrenimin başarısını ve verimini düşürür ve gencin geleceğini olumsuz yönde etkiler.
3. Kimi zamanda başka bir meslekte olamamanın pişmanlığı içinde yakınmalar, bir ömür boyu sürebilir.
4. Bu durum bireyin günlük yaşamını etkileyeceği gibi toplumun çalışma düzenini de etkiler. Toplum içinde tedirginliği arttırırken, iş verimini, çalışma gücünü, ekonomik hayatı ve toplumsal gelişmeyi yavaşlatır ve engeller.

Anne- Babalara Öneriler:

1. Bu süreçte anne-baba olarak evladınıza karşı sabırlı olmanız gerekir.
2. Evladınızı dinlemeli ve seçimlerinin olası sonuçları üzerine konuşmalısınız.
3. Gerçekçi beklentilere sahip olup, onun yeteneklerine uygun mesleği seçmesine yardımcı olmalısınız.
4. Kişilik özelliklerini, değer yargılarını, ilgi alanlarını, yetenek ve becerilerini keşfetmesine yardımcı olmalısınız.
5. Meslekleri tanımasına, fikir edinmesine ve ilgilendiği meslekte staj yapmasına destek vermelisiniz.

Öğrencilere Öneriler:

1. Kendinizi tüm dış baskılardan ve etkilerden uzak tutup, kendi isteklerinizi, becerilerinizi ve yeteneklerinizi belirleyin ve tercih yapmak için çok acele etmeyin. Kendinizi daha iyi tanımak için okulların rehberlik servislerinden, kariyer danışmanlarından ya da psikolojik danışma merkezlerinden destek isteyebilir, uygulanan envanter ve testler aracılığıyla kendinizi keşfedebilirsiniz.
2. Meslekler hakkında açıklayıcı kitaplar okuyabilirsiniz.
3. Üniversitelerin ders programlarını içeren kitaplara da göz gezdirebilirsiniz.
4. Düşündüğünüz mesleklere ait iş yerlerine ziyaretlerde bulunup, yaz ayını staj yaparak geçirip geçiremeyeceğinizi öğrenebilirsiniz.
5. Gazetelerin ya da kariyer sitelerinin insan kaynakları eklerini takip edebilir, yazılmış makale ya da önerileri okuyabilirsiniz.
6. Farklı meslek gruplarının tanıtıldığı televizyon programlarını da seyredebilirsiniz.
7. Okulunuza davet edilen ya da dışarıda konferans, panel ya da seminerleri olan farklı meslek sahiplerini dinleyebilir, bizzat tanışabilirsiniz. Kariyer günleri meslek seçiminin en etkili yöntemlerindendir.
8. Üniversiteleri gezebilir, mezun olmuş öğrencilerle konuşabilirsiniz.


Mine Çelik
Psikolojik Danışman
www.cocukvegenc.com

22 Ocak 2010 Cuma

Karne Zamanı

KARNE ZAMANI

Yarıyıl eğitimini tamamlayan öğrenciler, öğrenme çabalarını notlarıyla tamamladılar. Bazı öğrenciler üzüldü, bazıları da sevindi. Öğrencilerin performanslarının değerlendirilmesi kadar, anne-baba’nın yaklaşımlarının da rolü büyüktür. Ailenin tutum ve davranışları, çocuk ile kurulan iletişim ve ilişkilerinin niteliği de okul başarısını etkilemektedir. Öğrencinin okul notları akademik başarısını işaret etse de, başarısız olduğu yönler başka alanlarda başarılı olamayacağı anlamına gelmemektedir. Anne-babalar çocuklarının başarısızlıklarından çoğu zaman kendilerine pay biçmekte, yüksek beklentilerinin karşılanmaması halinde öfke ve kızgınlıklarını çocuklarına yönlendirmekte ya da diğer yaşıtlarıyla kıyaslamalar yapmaktadır. Etiketlemeler, suçlamalar ve yargılamalarda önemli ölçüde yaralayıcıdır. Bu durum çocukta stres, kaygı, güvensizlik, özgüven eksikliği ve kendini değersiz hissetmeye yol açabilir. Bu tür davranışlar, çocuğun anne ve babasıyla kopuk iletişim kurmasına ve ilgisini dış çevreye yönlendirmesine neden olmaktadır. Benlik saygısının olumsuz yönde etkilenmesi de çocuğu travmalara, hatta intihara sürükleyebilir. Diğer yandan, çocukların ilgiyle, sorumluluk duygularının gelişmesi desteklenmelidir. Sorumluluk alıp, sorumluluklarını yerine getirmesi, düzenli ders çalışması, iyi davranışlarının ve akademik anlamda ödüllendirilmesi başarılarına katkı sağlamaktadır.

ÖGRENCİLERİMİZ/ÇOCUKLARIMIZ İÇİN NE YAPABİLİRİZ?
• Ailelerin çocuklarına yönelik sevgisini başarılarına bağlamamaları gerekir.
• Başarısız çocuklara ölçüsüz cezalar verilmemelidir. Başarılı çocuklara karşı ise abartılı övgülerden kaçınılmalıdır
• Öğrencilerin karneleri değerlendirilirken önce başarılı olduğu yönleri vurgulanmalıdır. Başarının övülmesi ile öğrencinin özgüveninin artmasına ve başarıyı yaşamasına izin vermek gerekir.
• Olumlu yönlerin ifade edilmesinden sonra öğrencinin de kendini ifade etmesine izin verilerek, başarısız olunan yönlerinin değerlendirilmesi gerekir. Suçlayıcı ve yargılayıcı bir dil kullanmadan başarısızlığın nedenleri araştırılmalıdır. Hangi davranışlarının düşük not almasına neden olduğu, başarısızlıktan dolayı hissettiği duygularını ifade edilmesi ve öğrencinin olumlu yönde motive edilmesi gereklidir.
• Belirli dönemlerde (ergenlik dönemi) bazı öğrenciler birtakım uyum sorunları yaşamaktadır. Bu dönemde öğrenciler daha fazla desteğe ihtiyaç duymaktadır. Başarıları ön planda tutulmalıdır.
• Başarısına karşı yapmayı düşündüğünüz, planladığınız ödüllendirmeler, yapılmamalıdır.
• Öğrenci ne kadar başarısız olsa da tatilinin bir bölümünü dinlenmeye ayırmalıdır.
• Anne-babalar çocuklarıyla birlikte, tatili eksiklikleri gidermek ve iyi vakit geçirmek yönünden, açık bir iletişim ile planlayarak geçirmelidir.
• Öğrencinin tatilde kitap okumak gibi eğitici aktivitelere yönelmesi desteklenmelidir.
• Başarısızlığın sürekliliğinde psikolojik tutumlar kadar organik faktörlerin de etkisi büyüktür. En yakın zamanda tedavi için ilgili merkezlere yönlenilmesi gerekmektedir.
• Eğitim ve öğretim ömür boyu devam eden bir süreçtir. Karne ise sadece bir dönemi değerlendirmektedir. Öğrencilerin her zaman başarısızlıklarını telafi etme ve onları başarıya dönüştürme fırsatları bulunmaktadır. Bu anlamda çocuğun başarısızlıklarını belirleyebilmesi, kendini değerlendirebilmesi, eksikliklerini fark edebilmesi ve gelecekte başarılı olabilmesi için birtakım yollar ve yöntemler belirlemesi gerekmektedir.
Çocuğun başarıyı yakalayabilmesi yeteneklerine, olumlu duygularına, kendine güvenmesine ihtiyacı vardır. Bu doğrultuda çocuğun yetenek ve ilgilerinin tespit edilmesi ve eğitiminin desteklenmesi gerekir.

ANNE-BABA İLE DOĞRU İLETİŞİM KURMANIN YOLLARI

• Anne-babalar ile asla tartışmaya girmeyin. Bu onların kalbini kırabilir ve isteklerinizin gerçekleşmemesine ve ilişkilerinizin bozulmasına, kısacası her şeyin tersine dönmesine sebebiyet verebilir. Tartışmalarınızı yumuşak geçişlerle sonlandırmanız yararınıza olacaktır.
• Anne-babanızla problemli bir ilişkiye sahipseniz, size yol gösteren, samimiyetine güvendiğiniz, yol yordam bilen bir danışmana ihtiyacınız var demektir. Profesyonel bir psikolojik danışman, psikolog size yardımcı olabilir. İçinizdekileri rahatlıkla danışmanınızla paylaşabilirsiniz.
• Yolunuzu çizebilmeniz için mantıklı, kesin, net, açık, uygulanabilir kararlarınız ve hedefleriniz olursa, onları gerçekleştirirken ailenizi ikna edebilecek güce ve beceriye de sahip olursunuz.
• Öncellikle ebeveynlerinizden birini ikna etmeye çalışın. (tercihen anne olmalı) İkisini birden ikna etmekten daha az yorucu olacaktır. Birini ikna ettiğinizde en azından desteğiniz olacaktır.
• Bazı somut başarılar, anne-babanızın içini rahatlatacak ve size daha çok güvenmelerine ve desteklemelerine yardımcı olacaktır.
• Her şeye muhalif olan bir anne-baba ya da çok otoriter olan bir baba için uygulanabilecek taktik, asla olumsuz bir tavır takınmamaktır. Kesin ve güvenli bir yolda ilerledikçe, her şey yoluna girecek ve ailenizde kendiliğinden ikna olacaktır.






Mine Çelik
Psikolojik Danışman
www.cocukvegenc.com