29 Aralık 2009 Salı

2010'a Mesaj (Yeni Yıl Mesajı)

Gözyaşları, pişmanlıklar, kayıplar, mutluluklar, başarılar, sürprizler, sıkıntılar ve dolayısıyla değişim olarak geri döndü bana 2009. 2010'da da bu değişimin izleri devam edecektir eminim. Diğer yıllardan daha da iyi bir yıl olması için şimdiden çalışmaya başladım ya siz? ;)

28 Aralık 2009 Pazartesi

İntihar (özkıyım)

İNTİHARLAR

İntihar (özkıyım) Nedir?

Saldırgan dürtü ve isteklerin bastırılması ve insanın kendi özbenliğinde, üstbenlik ile çatışması sonucunda oluşan kaygının eyleme dönüşmesidir. İntiharı düşünenlerde ve bunu eyleme ve davranışa dönüştürenlerde, benlikten gelen dürtülere, eğilimlere ve isteklere bağlı davranış kalıpları çatışmaktadır. Bu çatışmanın neden olduğu kaygı, saldırgan dürtülerin, eğilimlerin, isteklerin harekete geçmesidir. Ancak üstbenlik, bunun dışarı yansıtılmasına izin vermez ve saldırgan dürtüler, eğilimler ve istekler benlik içerisinde kalır. Yok edici nitelikteki bu güçler bireyin özbenliğine yönelir. Böylece kişinin kendisini yok etmesini amaçlayan davranışlar ortaya çıkmaktadır. Bu tür eylemlerin ortaya çıkmasının kalıtıma bağlı olmasının yanı sıra beden yapısı ve mizaca bağlı hastalıklar ve toplumsal kaynaklı etkenlerinde rolü bulunmaktadır.
İntihar, ruhsal çöküntülerde sıklıkla görülen en tehlikeli belirtilerden biridir. İntihar, bütün canlılarda ortak yaşama dürtüsüne karşıt geldiği için ruhsal bir hastalık ve ruhsal çöküntü belirtisi olarak kabul edilir. İntiharlar ölümle sonuçlandığında, ‘gerçek intihar’ ve bireyin kendisine zarar verme amacına yönelik girişimlerine ise, ‘intihar girişimleri’ adı verilir. İntihar girişimlerinde, hem ölmeyi istemek hem de istememek gibi çelişkili düşünceler yer alır. Kişi intihar girişiminden hemen sonra yaşamını sürdürmek ve yardım almak için çaba gösterebilir. İntihar ve intihar girişimlerinin gençlik çağında yüksek oranlarda seyretmesinin nedeni, bu dönemde bedensel, ruhsal ve toplumsal kaynaklı zorlanmaların ve birçok ruhsal hastalığın gençlik döneminde başlaması olarak nitelendirilebilir. Çocuklarda ise, intiharların kaza olarak yorumlanması, intihar sonucu ölümlerin farklı açıklanması ve hatta bildirilmemesi sebebiyle gerçeği yansıtmadığı düşünülmektedir. Çocukluk döneminde ölümcül düşünceler, 5 yaşında ölümün geri dönüşümünün olduğu, 9 yaşından sonra ise, yetişkin gibi ölümü algılamasıdır. Dolayısıyla, intihar düşüncesinin çoğunlukla 11 yaş ve üzerindeki gençlerde arttığı görülmektedir. İntihar düşüncesinin erken yaşta tespit edilebilmesi, ileride intihar etme riskini önemli derecede azaltacaktır.
İntihara meyilli kişilerin tipik özellikleri yoktur, ancak yakın çevre ve aileden uzaklaşma, huzursuzluk, üzgün ve endişeli görünüm, okul başarısında düşme, şüpheli kaza ve yaralanmalar, sık sık ölümden bahsetme, küçük intihar girişimleri ve eve kapanma, yıkıcı davranışlar, alkol-ilaç alımı gibi davranışlar ciddi belirtileri ile uyarıcı olabilir. Okul çevresi ve aile içi sorunlar, intihar düşüncesinin ve girişiminin oluşumunda en etkili risk etkenleridir. Okul çevresi, çocuklar ve gençler için kendilerini sosyal ve akademik olarak ispatlayabildikleri en önemli ortamdır. Buna bağlı olarak intihar girişimlerinin sıklıkla okul döneminde görülmesi doğal karşılanır. Özellikle gençlerde, arkadaşlarının intiharlarından sonra kendilerine zarar verme eğilimleri daha fazladır. Uzun süreli aile içi uyumsuzluklarında, reddedilme veya ani kayıplarda da intihar girişimlerine sıklıkla rastlanır. Erken müdahalenin, çocuk ve ergenlerde, bu düşünceden uzaklaşmaları için olumlu etkileri gözlenmektedir. İntihar girişimi nedeniyle muayeneye getirilen çocuk veya genç öncelikle acil olarak değerlendirilmeli ve hastanın hayati bulguları düzenlenmelidir.

Gençler Neden İntihar Ediyor?
 Ümitsiz duygulardan kaçmak için; diğer kişilerin davranışlarını ya da durumlarını değiştirmek istediği için; Eğer ruhsal bir bozukluk yok ise, intihar çoğunlukla arkadaşlarınca dışlanma, damgalanma ve itibar kaybı ya da anne ve/veya babayı cezalandırma amacı taşımaktadır. Kendi değerini anlamamakta, anne ve babasını kendisinden yoksun bırakarak cezalandırmak istemektedir. Gençler için yaşamın anlamı henüz oluşmamıştır ve bu anlam henüz anne baba veya sevgilinin kendilerine verdiği değerle eş tutulmaktadır.
 Dayanılmaz durumlardan kaçmak istediği için; aile baskısı, aile içi sorunlar ve huzursuzluklar, çoğunlukla gençlerin intihar etmelerine neden olmaktadır. Özellikle kız çocuklarına çok yoğun baskı yapılmaktadır.
 Dikkat çekmek istediği için; aileler intihardan bahseden genci ciddiye almalıdır. İntihar ederek ölmüş her genç, en az bir kere bunu söylemiştir.
 Ölen birine eşlik etmek istediği için; sevdiklerini kaybetmeye dayanamadığı bir zamanda da intihar girişiminde bulunabilir.
 Cezadan kaçmak istediği için; ailede ağır baskı, fiziki/cinsel ihmal ve istismara maruz kalma, gençleri intihara sürüklemektedir.
 Sorumluluklarından kaçmak istediği için; gençler başa çıkmadıkları problemlerini çözemediği ve yardım alabileceği, kişi ya da kişilere ulaşamadığı için kaçış yolu olarak ölümü tercih etmektedir. Sıkıntılarını ifade edebilecekleri, aktarabilecekleri alanlar bulamayan gençler kendi iç dünyalarında sıkışmakta ve yardım arayışına girmektedirler.
 Aşkı ifade etmek istediği için; ergenlik duyguların en yoğun yaşandığı dönemdir ve genç kimlik arayışı içindedir. Henüz kimliğini bulamamış gençler, ailede bulamadığı sevgi ve ilgiyi karşı cinste ararlar. Duygularına karşılık alamadığı zamanlarda, sevgi yoksunluklarını, ölümü tercih ederek ifade etmişlerdir.
 Birini kaybetme, ilişkinin bitmesi, okula girememe v.b. somut olaylar yaşamış olabileceği için; bu tür yaşantılar gençleri olumsuz şekilde etkilemekte ve yaşamlarına son vermelerine neden olmaktadır.
Kimler Risk Grubundadır?
1. Daha önce intiharı denemiş olanlarda görülebilir.
2. Uyuşturucu, ilaç ve alkol etkisinde olanlarda ve bu maddelerin yoksunluklarında görülebilir.
3. Cinsel sapmaları olanlarda görülebilir.
4. Taklit eden ya da başkasından kolay etkilenenler. Açıklanmış herkesin bildiği intihar olayları, intihar teşebbüslerini arttırır.
5. Depresyon geçirenler. Depresyon geçirenler çoğunlukla intihar etmezler ama intihara meyilli kişiler depresiftir.
6. Hayal kırıklığı, kızgınlık yalnızlık, suçluluk, üzüntü, saldırı gibi duygulardan en az birinin çok yoğun yaşanmasıdır.
7. Şizofreniklerde amaçsız ve anlamsız intiharlar görülebilir

*Aşağıdaki durum ve ipuçları gözleniyorsa ve genç depresyonda ise, risk grubunda olabileceği düşünülebilir.
1. Kesin bir plandan bahsediyorsa,
2. Ailede ölüm ve/veya kayıplar olmuşsa,
3. Travmatik bir kaybın yıl dönümü ile ilgiliyse,
4. Yalnızsa ve çevresi ile ilişkisi kesilmişse,
5. Şahsi eşyalarını düzenliyor ya da dağıtıyorsa,
6. Davranış ve duygularında ani değişikler oluyorsa,
7. Ümitsizse,
8. Negatif benlik algısı, negatif ilişki ve negatif gelecek beklentisi de eklenebilir.
*İntihara eğilimli gençlerin çoğu ipucu verir.
Sözlü ifade: “Ben işe yaramam”, “Bu sefer kendimi öldüreceğim”
Davranış: Resim, yazı- şiir yazma, eşyalarını dağıtma, hediye verir vb.
Durumsal: Ölüm. Anma dönemi ile uğraşır.
Sendrom: Tatmin olmama, depresyon ve yalnızlık.

*Niyeti ve işin ciddiyet derecesini anlamak çok önemlidir. Eğer ipuçları ve riskleri fark edilmezse etkili müdahale şansı azalır.

İntihar Konusunda Yanlışlar ve Gerçekler
1. Yanlış: İntihar edenler ruh hastasıdır.
Gerçek: İntihar edenler depresif, ümitsiz ve yalnızdır.
2. Yanlış: Ciddi düşünenler intihar hakkında konuşmaz.
Gerçek: Çoğu konuşur ve ipucu verir. İntihar edeceğini söyleyen her genç intihar etmeyebilir ama her söylediğinde ciddiye alınmalı ve takip edilmelidir.
3. Yanlış: İntihar etmekle tehdit eden gerçekte yapmaz.
Gerçek: Her konuşan genç yapmaz ama intihar edenler niyetlerini duyurur.
4. Yanlış: Ani yapar, plan yapmaz.
Gerçek: Birçoğu planlıdır.
5. Yanlış: Birden fazla denemez.
Gerçek: İntihar edenlerin çoğu daha önce denemişlerdir.

6.Yanlış: İntihar hakkında konuşmak o kişinin düşünmesine neden olur.
Gerçek: Konuşmak onu düşündüğümüzü anlatır. Bilgilendirmek önemlidir. Rahatlamasına ve yeniden düşünmesine yardımcı olur.
7. Yanlış: Deneyen genç gerçekten ölmek istiyordur.
Gerçek: Gerçekte çoğu bu konuda bilinçli değildir. O anki acıdan kurtulmak istiyordur.
8.Yanlış: İntihara meyilli olanlar yardım aramaz, istemez.
Gerçek: Birçoğu aramış ve yardım almıştır.
9.Yanlış: Genç intiharı kafasına koyduysa bir şey yapılamaz.
Gerçek: Tam tersi durdurulabilir ve yardım edilebilir.
10.Yanlış: İntihar kalıtımsaldır.
Gerçek: Kalıtımsal değildir. Öğrenilmiş ve durumsaldır.
11.Yanlış: Bir kere denediyse mutlaka gerçekleştirir.
Gerçek: Denemiş ve şu anda iyi durumda olan birçok kişi vardır.
12. Yanlış: İntihar eğilimli kişi eşyalarını başkalarına dağıtıp, paylaşıyorsa, bu yaşama döndüğü konusunda işarettir.
Gerçek: Bu her zaman doğru değildir. Eğilimli kişi kesin planı yaptığı zaman kıymetli eşyalarını dağıtabilir.

İntihara Nasıl Müdahale Edilir?
Davranış ya da düşünce düzeyinde intihar teşebbüsüne müdahale etme:
• Kendi kararınıza güvenin, insiyatif kullanın. Yardım önerin.
• Destek verin-gösterin. Onun kendisine zarar vermesini istemediğinizi anlatın.
• Açık ve direkt olun. Sorular sorun: Planı var mı? Nasıl? Ne zaman? Nerede? (Bunları belirtiyorsa ortada ciddi bir şeyler vardır.)
• Panik olmayın. İntiharın doğruluğunu, yanlışlığını tartışmayın. Güvenli bir ortam oluşturun.
• Ahlaki boyutu tartışmayın; bu suçluluk duygusunu arttırır.
• Tehlikeli ortamlarda bulunmasını engelleyin, yalnız bırakmayın.
• Başkalarından yardım isteyin.
• Sır olarak saklayacağınıza dair söz vermeyin. Yaşamın tehdit altında olduğu durumlarda gizlilik prensibi ortadan kalkar.
• Yaşamındaki olumluları olumsuzluklardan ayırması için konuşun.
• Yargılamadan dinleyin.
• Duygusal ve psikolojik olarak acının azalması zaman almaktadır.
• Başkalarının daha ciddi sorunları olduğunu söylemeyin, anlaşılmadığını hissettirir.
• Aileyi haberdar edin ve onlara yol gösterin.

Önleyici Çalışmalar Nelerdir?
Öğrenciler için önleyici eğitim programları
• Stresle baş etme
• İletişim becerileri
• Yaşam becerileri
• Destek becerileri v.b.
Öğretmen ve aileler için eğitim programı: Okulda kurulan kriz ekibi
• Okul intiharları önlemek ve olay olduğunda müdahale ederken yapılması gerekenleri yazılı olarak hazırlamalıdır. Eğitim ve tanıtımları yapılmalıdır.
• Öğrencilerin eğitim programını hazırlarken uzmanlara danışılmalıdır.
• Risk gruplarının belirlenmesinde rehberlik servisi detaylı ve pratik çalışma yapmalıdır. Örneğin depresyon geçiren öğrencilerin belirlenmesi; psikolojik danışmanların işbirliği ailelerle ilişki kurularak okul dışı profesyonel yardım almalarının sağlanması; intihar tehdidi ile karşılaşıldığında ciddiyet derecesi belirlenmeli ve ona göre müdahale süreci hazırlanmalı v.b.
• Olayla ilgili kanuni sorumlulukların ve yapılması gerekenlerin bilinmesi
• İntihar teşebbüsü ya da olayın gerçekleşmesi durumunda kullanılacak haber zincirinin belirlenmesi (Örneğin intihar teşebbüsü ya da tehdidi durumuyla karşılaşan öğretmen önce varsa rehberlik servisini haberdar etmelidir.)


Mine Çelik
Psikolojik Danışman

27 Aralık 2009 Pazar

Çocuklar ve Ergenler Neden Yalan Söyler?

Çocuklar ve Ergenler Neden Yalan Söyler?

Yalan söyleme, gerçek olmayan duygu ve düşüncelerin sanki varmışçasına anlatılmasıdır. Çocukların eğitiminde uygun tutumlar sergilenmediğinde ve yapılan hatalar neticesinde, ağır gelen cezalar çocuğu daha çok suça yöneltebileceği gibi yalan’a da sürükleyecektir. Yalan söylemek bir davranış bozukluğudur. Ancak çocuklarda durum farklıdır. Çocuklar 5 yaşından önce gerçeği ayırt edemeyebilir, uydurabilir, olmamış olayları olmuş gibi anlatabilir ya da olayları abartılı anlatabilir. Böyle bir durumda çocuğun söyledikleri yanlış değerlendirilmemeli ve hiçbir zaman yalan olarak algılanmamalıdır. Çünkü gerçeklere sadık kalma davranışı bu yaş döneminden sonra gelişmektedir. İlkokul çağında bu durum sona erer, paniklemeden bunun gelişiminin bir parçası olarak düşünüp, değerlendirmek gerekir. Ancak yalan söylemeye devam ediyorsa, sorunların ya da stres unsurlarının neler olabileceği konusunda ebeveynler dikkatli olmalıdır. 5 yaşından sonra devam eden “yalan” bir davranış bozukluğudur. Buna alt ıslatma, kekeleme, tırnak yeme, saldırganlık, içe kapanıklık gibi davranışlar da eklenmişse durum oldukça ciddidir. Çocuklar bazen anne-babalarını ya da yakın çevresindeki insanları taklit ederek yalan söylemeyi kolaylıkla öğrenebilirler. Yalan söylememek konusunda iyi birer örnek olabilmek gerekir. Çocuklar bazen de ilgi çekmek için yalan söyleyebilir. Her çocuk takdir edilmek, beğenilmek ister ve ilk olarak bunu ailesinden bekler. Sevgisizlikten ve ilgi yoksunluğundan kaynaklanan sorunlardan ötürü çocuk, her ne pahasına olursa olsun ilgiyi kendi üzerine çekmek için yalan söyleyebilir. Sevildiğini ve yeterli ilgi görmediğini düşünen çocuklar saldırgan bir kişilik yapısı geliştirebilirler. Çocuklar, bilerek ya da isteyerek başarısızlığa razı olmak istemezler. Okuldaki başarısızlık, çocukları rahatsız eder ve duyduğu rahatsızlığı ailesiyle paylaşamazsa bunu gizlemek için yalana başvurabilir. Hiperaktif çocuklar da, başarısızlıklarını gizlemek ve güven kazanmak için yalan söyleyebilir. Hiperaktivite, dikkat eksikliği gibi birtakım sebeplerden dolayı özellikle okulda dikkatini uzun süre toplayamayan çocuk, anlatılanları aklında tutamaz, ev ödevlerini yapamaz ya da öğretmenlerini ve arkadaşlarını rahatsız edecek davranışlarda bulunabilir. Bu durumda çocuğu tembellikle ya da başarısızlıkla suçlamamak gerekir ve mutlaka tedavi edilmelidir. Devamlı suçlanan, kendisini savunamayan ve kıyaslanan çocuklar bir anlamda cezalandırılmıştır. Çocuk, yanlış yaptığında doğru ve dürüst davransa dahi, cezalandırıldığında cezadan kaçmak için yalan söyleyebilir. Eğer çocuk sınavından düşük not almışsa, “Yinemi düşük not aldın, ne zaman çalışmaya başlayacaksın?” gibi suçlamalarla karşı karşıya kalırsa bir dahaki sefere zayıf aldığında, doğruyu söylemeyecektir. Sosyo-ekonomik durumu düşük olan ailelerde çocukların yalan söylemesi mümkündür. Çocuklar birbirlerinin sahip olduklarını kıskanabilir, imrenebilirler. Hiç bisikleti olmayan bir çocuk bisikletim var diye yalan söyleyebilir. Kardeş kıskançlığından dolayı anne ve babayı cezalandırmak için yalan söyleyebilir. Kendi çıkarlarına uygun düştüğünde de çocuk yalan söylemekten kaçınmayacaktır. Zekâ düzeyi düşük olan çocuklar gerçeğe aykırı yalan söylerler. Patolojik olarak yalan söyleyen çocuk çıkar peşinde değildir. Olmayan şeyleri anlatmak, olanları da abartmak ve çevresini şaşkınlığa uğratmak hoşuna gider.
Gençler, ergenlik döneminde bağımsızlığını ortaya koyabilme çabasındayken kaçamaklar yanıtlar ile gerçeğin tamamını söylememe eğilimindedirler. Çünkü anne ve babalarına hesap verme yaşlarının geçtiğini düşünürler. Gerçeği söyledikleri zaman engellenebilir ya da en azından yapacaklarının bir kısmı onaylanmayabilir. Dolayısıyla gerçeği söylemek yerine yalan söylemeyi tercih edeceklerdir. Gençlerin ne kadar çok problemi varsa, sorunlarına çözüm bulabilmek için o kadar yalan söyleyebilirler.
Çocuk eğitiminde özenle davranmak gerekir. Henüz düşünce mekanizması yeni oluşan çocukların yaptıkları hatalar sonucunda, kaldıramayacağı cezaların ağırlığı altında suçunu kestiremeyecek ve hayatında korku hâkim olacaktır. Bir çocuk yalan söylüyorsa ya elinden sevdiği bir şeyin alınmasından ya da ceza verilmesinden korkuyordur. Çocukların hataları ve yanlışları sonucunda onlara taşıyamayacağı cezalar verilmemelidir. Suç ve ceza eşit derecede verildiğinde, çocuklar doğru ile yanlışı kolayca ayırt edebilecek ve yine yalana başvurmayacaktır. Dolayısıyla korkmaması gereken yerde kendine güvenecektir. Çocukların hafızaları ne verilirse anında kaydeder; bu sebeple örnek olacak davranışlarla iyi olanı öğrenmelerini sağlamak gerekir.

Özetle çocuklar ve ergenler;

• Belirli bir yaşta yalan ve gerçeği ayırt edemedikleri için yalan söyler.
• Ebeveynlerinden ya da yakın çevrelerinden yalan söylemeyi model aldığı için yalan söyler.
• İlgi çekmek için yalan söyler.
• Başarısızlıklarını saklamak ve güven kazanmak için yalan söyler.
• Cezadan kaçmak için yalan söyler.
• Ekonomik anlamda kendini aşağı gördüğü zaman yalan söyler.
• İntikam almak için yalan söyler.
• Bazen de menfaat için yalan söyler.
• Zekâ düzeyi düşük ise, gerçeğe aykırı yalanlar söyler.
• Bağımsızlığını ortaya koymak için yalan söyler.
• Sorunlarıyla başa çıkabilmek için yalan söyler.

Yalan söyleyen çocukların ve gençlerin;

• Kendisine saygısı yoktur.
• Kendisinden utanır.
• Özgüveni düşüktür ya da yoktur.
• Sahip olduğu değerlerinin ve yeteneklerinin farkında değildir.
• Kendini değersiz ve işe yaramaz olarak görür.

Nasıl Yalan Söylemelerini Engelleriz?
• Aileler, çocukların yalan söylemelerine karşı sert, aşağılayıcı tutumlar içerisine girmemeli, katı disiplin uygulanmamalıdır.
• Olumsuz davranışlar karşısında alabileceği tepkiler ile başa çıkma yolları öğretilmeli ve yalandan uzaklaştırılmalıdır.
• Anne-babalar öncelikle kendileri yalan söyleme konusunda titiz olmalıdırlar. Küçük, beyaz ya da ne tür yalan olursa olsun hiçbir şekilde yalana yönelmeyerek çocuklarına örnek olmaları gerekir.
• Çocuğun neden yalana başvurduğu büyük bir titizlikle tespit edilmelidir. Çocuğun sevgi yoksunluğundan kaynaklanan sorunları olabildiği gibi bir başkasını model alması da mümkündür.
• Çocukla sağlıklı iletişim ve etkileşim kurulmalıdır. Çocuk, düşüncelerini özgürce ifade edebilmelidir.
• Çocuğun yalan söyleyerek çıkar elde etmesi engellenmelidir.
• Çocuğu hatalarından dolayı suçlamamak, hor görmemek, aşağılamamak gerekir. Dayak en kötü cezalandırma yöntemidir. Çocuğun eğitiminde ve gelişiminde hiçbir olumlu yönü yoktur.
• Çocuğun fiziksel gelişimi kadar ruhsal gelişiminin de rolü büyüktür. Ebeveynlerin, çocuklarının ruhsal sağlıklarını da dikkate almalıdır. Ruhsal sağlığı yerinde olmayan bir çocuğun ne kadar fiziksel ihtiyaçları karşılansa, gelecekte büyük mevkilere ulaşıp, iyi para kazansa da içinde her zaman ruhsal bir boşluk olacaktır.
• Yalan bir davranış bozukluğudur. Çocuklarda görülen davranış bozukluğu fark edilmez ya da ciddiye alınmazsa, daha büyük sorunlar ortaya çıkacaktır. Davranış bozukluğu, ruh sağlığının tehlikede olduğunu gösteren önemli bir işarettir. Çocukları suçlayarak ya da baskı kurarak değil, “Ben nerede yanlış yaptım?” yaklaşımı izlenmelidir.
• Ergenler kendilerini tanımasalar da anne-babalarını iyi tanır ve neyi onaylayıp, onaylamayacaklarını iyi bilirler. Yeni bir şey denemeye kalktıklarında gösterecekleri tutumları az çok kestirebilirler. Böyle bir durumda anne-babaların kendilerine, “Bu konuda çok mu katıyım?”, “Çocuğum vereceğim tepkiyi bildiği için mi paylaşmaktan kaçınıyor?” gibi soruları kendilerine sormalıdır. Eğer durum bundan ibaretse, konu tartışmaya açılmalı ve her iki tarafında kabul edebileceği yeni kurallar belirlenmelidir.




Psikolojik Danışman
Mine Çelik
www.cocukvegenc.com

26 Aralık 2009 Cumartesi

Çocukta Çalma Davranışı

Çocukta Çalma Davranışı

Hırsızlık, başka insanlara ait herhangi bir eşyanın kötü niyet ile izinsiz alınmasıdır. Bazen de, hiçbir şeye ihtiyacı olmadığı halde sadece o heyecanı yaşamak için çalma durumuna patolojik çalma olarak ta bilinen kleptomani hastalığı neden olmaktadır. Eğer çalma hali rahatsızlık durumunda ise, çalmaya yönelik karşı konulamaz bir dürtü ve eylemden önce gerginlik ve çalma esnasında haz ve rahatlama duyguları tanımlanır. Bu bir dürtüsel kontrol bozukluğudur. Bu tür eylemler, anti sosyal kişilik bozukluğundan ya da tavır bozukluğundan kaynaklanmaz. Çalan kişi uzun uzun plan yapmamakta ve hiç kimseden yardım almamaktadır. Böyle bir patolojik durum halinde, kişi hemen kontrol altına alınıp, tedavi edilmelidir. Bu rahatsızlık çocuklarda da görülür. Ancak, bu çalma eylemi her zaman patolojik olmayabilir. Çocuklar için durum farklıdır. Çocuklarda okul öncesi çağında mülkiyet kavramı gelişmemiş olduğundan ve çocuklar hırsızlığın ne olduğunu bilmediği için, başkalarına ait eşyaların kendilerine ait olması gerektiği hissini engelleyemezler, kendi haklarıymış gibi görüp izinsiz alabilirler. Çoğu zaman aileler, çocuklarının hırsızlık yaptığı düşüncesiyle paniğe kapılırlar. Bu durumda çocuğa yaklaşımlarda doğru tutumları sergilemek, doğru çözüm yollarına ulaşmak için çok önemlidir.

Yaş Dönemlerine Özgü Özellikler:
2 yaş çocukları:
• Sahiplik kavramı gelişmemiştir.
• Her şeyin kendisine ait olduğunu zanneder. Dolayısıyla, bir başkasının elinden bir şey almak isteyebilir.
• Zamanla kendine ait olanı ve olmayanı ayırt edebilir ama bencil tutumları bir süre değişmez, çünkü kendini engelleyemez.

3–4 yaş çocukları:
• Bu yaş döneminde çocuk izinsiz bir şey alınamayacağını bilir ama yine de alma isteğine karşı koyamaz.
• Ceplerinde de onlara ait olmayan oyuncaklar ya da parlak nesneler bulunur.

5–8 yaş çocukları:
• Yapılan gözlemlerde bir şeyler aşırma, çalma bu yaş döneminde daha sık görülür.
• Bu dönemde gösterişli olan her şey hoşlarına gider. Birbirlerine ait olan kokulu silgileri, renkli kalemleri alabilirler.
• Çoğu çocuk izinsiz aldıkları nesnelere, “yolda buldum”, “arkadaşım verdi”, “kendim aldım” ya da “ödünç aldım” şeklinde açıklama getirebilirler.

Çalma Davranışına Neden Olan Öğeler:
• Çalmanın en önemli nedeni doyumsuzluktur. Doyumsuzluk çok çeşitli, kısa ya da uzun süreli olabilir. Bu davranışın altında yatan sebep anne-baba tarafından çocuğun yüzüstü bırakıldığı düşüncesi ve öç alma isteğidir. Sevilmediğini ya da anne-babasını yitirdiğini düşünen çocuklarda çok yaygın bir davranıştır. Bu davranışı ile sevgiyi geri getirebileceğini düşünür. Olumsuz da olsa ilgiyi kendi üzerinde görmek hoşuna gider. Çalma genellikle en son başvurulan yol, yardım çağrısıdır.
• Yaşına göre olgunlaşmamış çocuklar, anne-babalarının çanta ya da ceplerinden aldıkları paraları ya öteberiye yatırır ya da diğer çocuklara dağıtır. Sahip olamadığı arkadaşlıkları bu yolla kazanmaya çalışır.
• Yine yaşına uygun olmayan olgunluktaki çocuklar, durmadan almaya alışkın oldukları ve sınırlarını bilmediği için almakta sakınca görmezler. Eve getirdiği nesneler de denetlenmiyorsa bu davranışı sürer.
• Hediye vermek, sevginin bir belirtisidir. Çalan çocuk hak ettiğine sevgiyi hak ettiğine inandığı için kendi hediyelerini kendi alarak elde etmeye çalışır. Sevgi açlığı ile çalma ilişkisinin en belirgin özelliği anne-baba sevgisinin yoksunluğudur.
• Bazen de anne-baba tutumunda yanlış bir şey olmadığı halde, yoksunluk ve buna bağlı güvensizlik ile kendine ait bir şeyler edinmeye çalışarak bu duygularını gidermeye çalışır.
• Başka bir haksızlığın karşılığını da vermeye çalışıyor olabilir.
• Çok büyük baskı altındaki çocukların hırsızlık yapmaları daha muhtemeldir.

Nasıl Engelleyebiliriz ve Çözüm Yolu Bulabiliriz?
• Çocuğa daha küçük yaşlarda mülkiyet kavramı öğretilmelidir. Bunun için önce çocuğun özel eşyaları olması sağlanmalı ve anne-baba çocuğun özel eşyalarını alırken izin istemelidir. “Bu senin, bu benim” gibi cümleler ile algılamasına yardımcı olmalı ve izinsiz almaması gerektiği öğretilmelidir.
• Çocukların temizlik, uyku gibi temel ihtiyaçlarına dikkat edilmeli, bu konuda çocuklar asla cezalandırılmamalıdır.
• Çocuk küçükse, izinsiz aldığında hırsızlık yaptığının farkında değildir. Çocuk bu yüzden cezalandırılmamalıdır ama yaptığının da doğru olmadığı anlatılmalıdır. “Bu eşya sana ait değil, senin olmasını istediğini anlayabiliyorum ama başkasına aitse izinsiz alman doğru değil” şeklinde bir açıklama getirilebilir.
• Okul çağlarında devam eden çalmalar üzerinde daha sık durulmalıdır.
• Çocuklar ve aile yönünden nedenler araştırılmalıdır.
• Bir şey çaldığında çocuk, hırsız damgası yemeden, şiddet uygulamadan, ağır suçlamalara maruz bırakılmadan, evden atılmadan, korkutulmadan, aldığının geri verilmesi en iyi çözümdür. Çocuk gereksiz yere suçlanmamış ama davranışı da onaylanmamış olacaktır.
• Yetişkinler, çalınanlar için çocuklarına bağırırsa bu onların sevilmedikleri ve yanlış anlaşıldıklarına yönelik inançlarını güçlendirir ve daha fazla hırsızlık yapmalarına neden olabilir. Çalma eylemin çocuğun ilgi ve sevgi isteğine bir işaret olduğunu unutmayarak öfkeyi bir kenara bırakmak, çözüm bulma olasılığını arttıracaktır.
• Hırsızlık kriminal bir suça ya da patolojik bir soruna dönüşürse mutlaka bir uzmandan psikolojik yardım alınmalıdır.



Mine Çelik
Psikolojik Danışman

25 Aralık 2009 Cuma

Problemli Davranışların Çözümleri

PROBLEMLİ DAVRANIŞLARIN ÇÖZÜMLERİ

I. Soru Teknikleri

Çocukların ve gençlerin davranışlarının anlamını bulmak, ne olup bittiğini kavramak bir çözüm bulmanın çoğu zaman en kolay yoludur. Çocuğun ya da gencin davranışının bir tehdit unsuru değil de yardıma ve ilgiye gereksinimi olduğunu kabullenmek, çözüm bulma olasılığını arttıracaktır. Davranış sorunlarının altında yatan sebepleri bulabilmenin yolu, anne-babanın kendisini onların yerine koyabilmesi ve olaylara onların bakış açısından bakabilmesidir. Bu konuda sezgilerin daha kuvvetli olabilmesi için de onların şimdiye kadarki yaşamlarını düşünmek, farklı yaş gruplarında olabilecek önemli olayları belirlemek ve bazı tetikleyicileri de dâhil etmek ve bunların çocuk ve gençlerin üzerinde ne gibi etkileri olabileceğini düşünmek ve gözlemlemek uygun olacaktır.

Davranış sorunlarını anlamaya yarayan sorular:

• Sorun ne?
• Bu aslında kimin sorunu?
• Bu sorun en çok kimi etkiliyor?
• Sorun çocukla mı, başkasıyla mı ilgili?

Yukarıda verilen sorular ile davranışların anlamlarını kavrayabilmek mümkündür. İlk olarak ele alınması gerekenlerin olası ve gizli nedenlerini belirleyip, hangi sorun üzerine odaklanmak gerektiğine ve böylece ne yapılabileceğine karar vermek gerekir. Yukarıda verilen sorular, davranış nedenlerine bazı ipuçları verebilir. Bu sorulardan en fazla verimi alabilmek için bir aile üyesi ya da yakın bir arkadaş ile çalışılabilir. Aynı zamanda bireysel çözümlerde bulunabilir. Özellikle çözüm bulmanın zor olduğu zamanlarda, konuşacak birinin olması sorunlara yeni ve farklı açılardan bakmayı sağlayabilir. Aile bireyleri, kişinin fark edemediklerini görebilir ve yararlı gözlemler yapabilir. Tarafsız kişilerinde, aile bireylerinin birbirleriyle çok yakın ve önyargılı olmalarından dolayı fark edemediklerini görmeleri mümkündür. Diğer yandan, bazı durumlarda çocuğun ya da gencin davranışını anlamanın olanağı ve hatta gereği olmayabileceğini unutmamak gerekir. Bazen terapiler de sorunları eşeleme yerine çözüm bulmaya odaklanıcı çalışmalar yapmaktadır. Düzenli olarak, farklı çözümler denemek çoğu zaman işe yaramaktadır. Temelde, davranışları anlamak için, altında yatan nedenleri ortaya çıkarmak gerekir. Sorun daha çok başkalarından kaynaklanıyorsa, örneğin stresli bir anne-baba, herkesi etkileyenin çocuk olduğunu düşünebilir. Bu sorular yordamıyla aslında “stresli” kişinin anne-baba’nın kendisi olduğu ve bunu çocuklarına olumsuz biçimde, farkında olmadan yansıttığı anlaşılabilir.

Sorunun Özellikleri:

Eğer problem çocukla ilgiliyse:
• Bu davranış, gelişimin bu aşamasında normal mi?
• Bu tür sorunu yaşayan sadece çocuk mu?
• Bu davranış nerede görünüyor? (ev, okul vs.)
• Problem yaşandığı zaman çocuğun özellikle bir kişiyle birlikte olması ya da olmaması durumu var mı?
• Davranış ne zaman görünüyor? (çocuk anne-babadan ayrıyken mi, yeni ortamlarda mı, günün belirli saatlerinde mi?)
• Bir gece öncesinde yeterince uyumama, aç olma, üzücü bir olayın anımsanması gibi belirli tetikleyiciler var mı?
• Bu davranışları neler daha iyiye, neler daha kötüye götürüyor?


Sorunun Tarihi:
• Bu davranış sorunu ne zaman başladı?
• Bu davranışların baş göstermesinden önceki süreçte neler oluyordu?
• Göz önünde bulundurulması gereken daha geniş çaptaki olaylar ne? ( yakın zamanda önemli olaylar, kayıplar, Aile ya da okulda değişimler vs.)
• Aile bireylerden biri veya birkaçı normalden daha fazla stres altında mı? gerilim yaşanıyor mu? Çocuk bunu fark etmiş olabilir mi? Olup bitenler hakkında çocuk ile konuşuldu mu? Anne-baba’nın çocuk ile konuşması işe yarar mı, yoksa aile dışından biri ile konuşmalı mı? Eğer bu sorular çözüm yolunda etkili oluyorsa, çocuğun davranışından çok çözümler üstünde çalışılmasında fayda vardır.
• Ailede benzer sorunları yaşayan oldu mu? Sorunun altında bir sağlık problemi varmıydı?

Duyarlılık için sorular:
• Olaylardan önce çocuk duyarlımıydı?
• Öğrenme güçlüğü ya da fiziksel bir rahatsızlığı varmıydı?
• Sosyal açıdan başkalarından ayrı kalmış mı?

Stratejeleriniz Uygun mu?

• Çocukların kötü davranışlarına dikkat etmeli ama iyi davranışlarını görmezden gelmemek gerekir.
• Çiftlerin hangi yaklaşımları izleyecekleri konusunda birbirleriyle hemfikir olmalıdır. Birbirlerine karşı değil, birlikte uğraş vermeleri gerekir.
• Herhangi bir çözüm yöntemi denemeli, denenenlerde tutarlı davranılmalı, pes edilmemelidir.
• Anne-babaların çocuklarına olan tepkileri, ruh hallerine rağmen hep aynı olup olmadığı dikkate alınmalıdır. Farklı olduğu zamanlarda ne kadar etkili olduğuna bakılmalı ve bunun gerekirse sık yapıldığından emin olunmalıdır. Tutarlılık, kararlılık, övgü ve açık önergeler, saldırgan davranışlardan ve suçlamalardan daha çok yararlıdır. Çocuklara bilinçli tepkiler vermeli ve ebeveynlerin ruh hali nasıl olursa olsun kararlı ve olumlu olmaları gerekmektedir.
• Anne-baba’nın çocuk hakkındaki düşüncelerine ve duygularına dikkat etmeli, hangi düşüncelerin daha iyi bir anne-baba olmasına yardımcı olduğu gözlenmelidir.
• Birkaç olumlu davranış, olumsuz düşüncelerde, kötü bir ebeveyn yaklaşımı hissedildiğinde kullanmayı denemek işe yarayacaktır. Ayrıca nelerin işe yaradığını kaydetmek faydalı olacaktır.

Olumlu sonuçlar ve olası çözümler için sorular:
• Olası davranışın olması beklenildiği ama olmadığı durumlarla karşılaşıldı mı? Eğer karşılaşıldıysa farklı olan neydi?
• Bu farklılığı yaratan kim? Nasıl?
• Bu davranışın hiç görülmediği belirli bir zaman var mı?
• Bundan işe yarar bir sonuç çıkarılabilir mi?

Aile desteği için sorular:
• Ailede destek göremediğini düşünen biri var mı? Varsa bu kişi kim? Hangi açıdan destek göremiyor?
• Herkes dinlenildiğini hissediyor mu? Yoksa herkesin birbirini dinlemek için daha çok zamana mı ihtiyacı var? Eğer varsa, bu eleştiri olmadan güven içinde yapılabilir mi?
• İki aile bireyi kendi aralarında birebir konuşma yapsa işe yarar mı?
• Hangi türde bir yardım işe yarayabilir?
• En iyi şekilde bu desteği kim ve nasıl verebilir?
• Bunun gerçekleşebilmesi için atılacak ilk adım nedir?

II. Anne-Babalar İçin Pratik İpuçları

1. Bilmemeyi kabullenmek: çocukların davranışlarını her zaman anlamak mümkün değildir. Israr etmek ile işler daha da kötüye gidebilir. Onlar için belki isteklerini sözlere dökmek zordur ya da kendisinin de anlamlandıramadığı istekleri olabilir. “Niye” sorusunun bir cevabı olmayabilir, çünkü birçok etmenin önemi vardır. Hiçbiri tek başına bir “neden” değildir. Çocukların neden böyle davranışlar sergilediğini bilemesek de işe yarayan yöntemler bulunabilir ve çözüme ulaşılabilir.
2. Sorunları çözmek: sorular yanıtlandıktan sonra, mevcut olan sorunlara çözümler bulunabilir. Bazen çözüm çok nettir. Okuldaki kabadayılık sona erdirilebilir ya da öğrenme güçlüğü için ekstra yardım alınabilir. Belki de stresli ve yorgun olan sadece anne-babadır. Olumsuz his ve düşüncelerden arınmak için, sakinleşip yardım almak gerekir. İşe yaramazsa, bunun anlamı depresyondur ve kolay başa çıkılabilecek bir durum değildir. Gerçekten işe yarayabilecek yardım kaynakları bulunmalıdır.
3. Sorunların öncelik sırasını belirlemek: sorunlar çok fazlaysa ve nereden başlayacağınızı bilmiyorsanız en çok rahatsız edenden en az rahatsız edene kadar sorunlarınızı listeleyebilirsiniz. Bu düşüncelerin açıklığa kavuşmasına yardımcı olur. Hepsini tek seferde çözüme ulaştırmak mümkün değildir. İlk olarak sadece bir ya da iki sorun üzerinde odaklanmak gerekir. Diğerlerini de birer birer ele almak ve adımları belirlemek gerekir. Değiştirilemeyecek sorunlar var ise, yapılabilecek iki şey vardır: Onlardan kaçmak ve Onlarla yaşamayı öğrenmek. Çocuklar ya da anne-babada var olan bir özür ve yetersizlik, kaçılamayacak bir sorun olduğundan dolayı, üzerinde konuşmak, onunla başa çıkabilmede faydalı olabilir. Belki de yapılması gereken savaşmak değil, bununla yaşamayı öğrenmektir.
4. Çözüm bulmak: bazı zamanlarda sorunlara o kadar odaklanır, detaylarla uğraşırız ki, mantıklı yaklaşımlar gösteremeyiz ve gerçekleri göremeyiz. Sonuç olarak başlangıçtan daha kötü bir noktaya gelinebilir. Ayrıca karmaşık sorunların, bazen çok basit çözümleri olabilir.
• Bir sabah uyandığınızda sorun ortadan kalkmış olsa, sorun olmadan yaşamın nasıl olacağını hayal edebilirmisiniz?
• Ne yapıyor olurdunuz?
• Sorunun çözülmüş olduğu nereden anlaşılırdı?
• Kendinizde ne gibi değişikler olurdu?
• Diğer insanlar hakkınızda nasıl yorum yapıyor olurdu?











EGZERSİZ ÇALIŞMASI: Bu egzersiz kısmen çocukla birlikte de yapılabilir.

• Anne-baba, çocuğunu bir zaman makinesi ile gelecekte var olan ve sorunların ortadan kalkmış olduğu bir yere götüreceğini söyleyebilir ve o yerde nasıl göründüklerini betimlemelerini isteyebilirler.
• Anne-baba ya da çocuk hayalindeki unsurları şu anda bulunduğu yerde nasıl gerçeğe dönüştürebilir? (daha çok baş başa zaman geçirme gibi) Anne- baba cevaplıyorsa, çocuğa da aynı soru sorulmalıdır.
• Sorunun istisnalarını ve var olan an ne kadar kısa olsa da belirleyin ve betimleyin.
• Bu anlardan mümkün olduğunca çok bulmaya çalışın. Böyle anların daha uzun ya da daha kısa sürmesini sağlayan etkilerin neler olduğunu gözlemleyin. Bir “parlak anlar” güncesi tutulabilir ve tüm “iyi davranışlar” kaydedilebilir. Davranışlardaki her olumlu gelişme için 10 üzerinden not verebilir, çıkartmalar ya da hatıralık eşyalar ile ödül sisteminizi ilişkilendirebilirsiniz. Her an daha güzel anlar yaşadığınıza dair fotoğraflar da eklenebilir. Bu anların belgelenmesi her iki taraf içinde cesaretlendirici olabilir. Bu günceye bakmak için vakit ayırmak ve diğer aile bireyleriyle paylaşmak keyif verici olabilir.

5. Olumlu yönleri görmek: Olumlu değişime hazır olunduğuna göre son iki haftada ne gibi olumlu değişiklikler fark ettiğinizi belirleyebilirsiniz. Anne-babalar bu ilerlemedeki rollerinin bilincinde mi? Çoğu anne-baba bunu gözden kaçırır ya da farkına varsalar da çaresiz hissettiklerinden dolayı değişimi başkalarının sağladığını sanırlar. Ancak dikkatlice bakıldığında çocukların daha iyi davrandığı zamanlarda, anne-babanın ekstra zaman ayırması, sınırları açıkça belirlemesi, tutarlı olması ve daha az bağırması ile ilişkilidir.
• Çocuk, anne-babada ne gibi değişiklikler fark etmiş olabilir?
• Bu parlak anda anne-babada ne gibi değişimler olmuş olabilir?

 Anne-baba, çocuklarının davranışları üzerindeki ellerinde etkilerinin farkına vardıklarında, kontrollerinin elinde olduğu daha fazla onlar yaratacaklardır.


6. Suçlamadan kaçınmak: eleştiri ve suçlama çoğu zaman güçlüklere, üzüntülere yol açar. Bundan kaçınmanın yolu çocuğu değil, davranışı yargılamaktır. “Sen kötüsün” yerine “Birine vurmak kötüdür” demek daha yapıcı olur. Çocuk birine vurmaktan vazgeçebilir ve başka birisi olmaz.
7. Davranış sorunlarıyla başa çıkmak: birçok strateji, sorunları engellemekte, kontrol altına almakta ve olumlu davranışlar ve ilişkileri geliştirmektedir. Çocuklarda bir rahatsızlık olsa dahi, anne-babaların davranışlarını değiştirmesi, çocuklarında davranışlarının değişmesine ve öz saygılarını kazanmalarında çok etkili olmaktadır. Bu uygulamalara ne kadar erken başlanırsa, çocukluk ve ergenlik döneminde daha olumlu sonuçlar elde edilir. Eğer başta yolunda gitmezse, farklı bir yaklaşımdan önce en az iki hafta denenmelidir. Anne-babalar, sıkışıp kaldıklarında ve ne yapacaklarını bilemediğinde yardım istemelidir. Diğer aileler ile bir araya gelip sorunları tartışmak ve deneyimlerini paylaşmak ve sonra yeni olasılıklar denemek işe yarayacaktır.
8. Uygulamaya geçmek: uygulamaya geçmek için pozitif ilişki kurmak, iyi davranışları öğretmek, sınırları belirlemek, açık olmak ve işbirliği yapabilmeyi sağlamak gibi birtakım yöntemler kullanılabilir.

Pozitif ilişki kurmak: eleştiri, düşmanca tavırlar ve azarlamanın hiçbir getirisi yoktur. Oyun oynama, çocuğun gelişiminde önemli bir rolü vardır. Çocuğun merkezde olduğu, düzenli oyunlar oynamak gelişimlerine yatırım yapmaktır. Daha yaşça büyük çocuklar ile haftada birkaç kez geçirilen zamanlarda çok getirisi olacaktır. Amaç onların dilek ve gereksinimlerini karşılamak olmalıdır. Çocukların özsaygısının gelişmesi ve iyi bir insan olduğuna inanması için bol bol övgüye ihtiyaç duyarlar. Çocukların ne için övüldüklerini bilmesi gerekir. (senden istememe rağmen benim için bir şey yaptın ve bana çok yardımcı oldun gibi) Memnuniyet sadece sözel değil fiziken de gösterilmelidir. Bazen bir sarılma, saçlarının okşanması ya da sırtını sıvazlamak daha etkili olabilir. Anne babalar genellikle kucaklamaları ve öpücükleri küçük çocuklara yönelik algılarlar. Ancak büyük çocuklarında istendiklerini ve sevildiklerini hissetmeye ihtiyaçları vardır. Arkadaşlarının önünde olmadığı sürece onlarda kucaklanmak isterler.

İyi davranışları öğretmek: özellikle davranış sorunları olan çocuklarda yanlış davranışları değil, doğru davranışları fark edilmeli ve doğru davranışları hakkında yorum yapılmalıdır. Çocuklar hiç ilgi görmemektense olumsuz ilgi görmeyi tercih etmelidir. Ancak bu aradaki iletişimin kopmasına sebebiyet verir. Çocukların iyi davranışları pekiştirilmeli ve övülmelidir. Bu ceza vermekten daha etkili bir yöntemdir. Bazen çocukların kötü davranışlarını görmezden gelmek gerekir fakat istenilmeyecek boyutlara vardığında sınırlar koyulmalı ve ne beklenildiği konusunda açık ve tutarlı olunmalıdır. İyi davranışlar ödülle ilişkilendirilmelidir. Örneğin, “şu anda oyuncaklarını toplamanı istiyorum ama bitirdiğin zaman en sevdiğin çizgi filmi seyredebilirsin” gibi. Küçük çocuklar gözle görülür, pratik ödülleri, yaşça daha büyük çocuklar onların istedikleri hedeflere götürecek puanlarla ödüllendirilebilirler. Çocuğun ilgisini çekecek bu tür sistemler kurmak yararlıdır.

Sınırları belirlemek: çocukların sınırları bilmesi ve bu sınırların içerisinde yaşamayı öğrenmesi gerekir. Çocuklara doğru ile yanlışı ayırt edebilmeyi öğretmeli ve davranışlarının sonuçlarının neler olacağı konusunda açık olunmalıdır.

Açık olmak: çocuklara ne yapması gerektiği söylendiğinde kısa ve açık olunmalıdır. Bağırmak yerine ricada bulunmak daha etkilidir. Olumlu ve gerçekçi taleplerde bulunmak gerekir ama çocukların bunlara karşılık verebilmesi için zamana ihtiyaçları vardır. Zaman zamanda uyarı emirleri verilmelidir. “ Televizyonu kapatmak için 10 dakikan var, sonra ödevlerini yapman gerekiyor” gibi.

Çocuklar işbirliği yapmıyorsa: sinirlenmek çözüm değildir. Sesler yükselmeden önce, durup sakinleşmek gerekir. Bağırılması gerekiyorsa da bunun o anda doğru olup olmadığına emin olunmalıdır. Bağırmak genelde yorulmanın işaretidir. Çocuk güvendeyse de bazen kötü davranışı görmezden gelinebilir. Küçük çocukların dikkati, yapıcı bir etkinlik ile başka yöne çekilebilir. Önceden yapılmış kurallar ve sonuçları üzerinde anlaşılmalıdır. Kuralların ihlali söz konusu olduğunda öfkelenmeden, sahip oldukları bazı ayrıcalıklara o anda son verilmeli ve neyin niçin yapıldığından emin olmalarını sağlamak gerekir. Uygulamaya geçmeden öncede uyarılabilir ve cezanın uygunluğuna dikkat edilmelidir. Boş tehditlerde bulunmamak, tutarlı olmak ve onlardan ne beklendiğini anlamalarını sağlamak, olumlu sözcükler kullanmak gereklidir. Ortam fazla gerginleşirse, mola vermek herkesin sakinleşebilmesi için yararlı olacaktır. Çocuğun başka bir odaya gitmesi ve özür diledikten sonra kendisinden yapılması istenileni yapmaya hazır olduğunda geri gelmeleri istenebilir. Bu olana kadarda elinden bazı ayrıcalıklar alınmalıdır. Küçük çocuklarda bunu uzun süre yapmak doğru değildir, maksimum yaşının iki katı kadar dakika yeterli olacaktır. Çocuklara kurtulmak istenilenin kendileri değil sorunlar olduğunun mesajını vermek ve reddedildiklerini hissetmemeleri için, sadece gitmelerini değil, sorunlarını geride bıraktıklarında gelmelerini söylemek gerekir.

III. Baskı Altındaki Anne-babalar:
• Ne olursa olsun her zaman, sakin olup, önce neler olduğunu anlamak gerekir.
• Nasıl hissettiğinize dikkat edin.
• Neden böyle hissediyor olabilirsiniz?
• İhtiyaç duyduğunuz tek şey sadece dinlenmek mi?
• Sorun gerçekten çocuklar mı, yoksa başka bir şey mi var? Bu durumda yardım alarak sorunu çözmek ve başka bir sorun yüzünden çocuklardan acısını çıkarmamak gerekir.
• Karşılıklı sesler yükseldiğinde, bir molaya ihtiyaç var demektir.
• Asla kötü davranışlara tepki verilip, iyi davranışlar görmemezlikten gelinmelidir.
• Bu çocuk görmezden gelinse ve uslu duran kardeşleri ödüllendirilse ne olurdu düşünün. Kendinizi onun yerine koyduğunuzda ne hissediyor olabilir? Onu dinlediniz mi?
• Buna benzer durumlarla daha önce nasıl başa çıkmıştınız hatırlayın. Şimdi de işe yarayabilir mi?
• Olumsuz düşüncelerden, kötü düşüncelerden arınmalıdır. (ben kötü bir baba/anneyim gibi) Herkesin kötü günleri olabileceğini unutmayın.
• Bir fincan çay, kısa bir yürüyüş ya da hafif bir müzik için zaman ayırmak işe yarayabilir.
• Güçlü olduğunuz yönleriniz nedir? Hatırlayın.
• Yapılan planlara bağlı kalmak, tekrar kontrolü ele geçirmeye yarayacaktır.

IV. Unutulmaması Gereken Noktalar:

• Sorunun ne olduğunu yakın bir dost ya da çocuğun öğretmeniyle birlikte bulmaya çalışmak işe yarar.
• Başarısız olunduğunda yardım alınmalıdır.
• Çocuk, kötü davranıştan ayrı tutulmalıdır.
• Bir günce ile çocuğun davranışları bir süre izlenebilir.
• Parlak anlar bulunmalıdır.
• Eleştiri ve suçlamalardan uzak durmak gerekse de, davranışlara sınır koyma konusunda kesin olmak gerekir.
• Çocukla olumlu bir ilişki kurmak, özsaygısına katkıda bulunmak, iyi davranışları öğretmek, gerçekçi sınırlar belirlemek ve tutarlı olmak gereklidir.
• Anne-babaların, çocuk üzerinde büyük etkisi olduğu unutulmamalıdır. Fark yaratmak için hiçbir zaman geç değildir.







ÖZETLE…
• Sorunlu davranış kimin belirleyin.
• Çocuk hakkında mantıksız bir şekilde şikâyetçi olan anne-baba mı, yoksa başka biri mi?
• Mantık dışı şikâyetler de bulunan anne-baba ise: stresli, sıkıntıda ya da yorgun mu olduğuna dikkat etmelidir. Dinlenmek, düşünecek zaman yaratmak, eş-dost, aileyle konuşmak, yardım almak, eğlenceli etkinlikler planlamak yararlı olur. Şikâyet eden bir başkası ise: şikâyet eden kişi ile konuşulmalı, anne-baba kendini ve çocuğunu savunmalıdır. Ayrıca yardım stratejileri kullanmayı denemek ve doktordan yardım almak gerekir.
• Mantık sınırları içerisinde bir şikâyetse, çocuğun davranışlarının nedenlerinin bilinip bilinmediğine bakılmalıdır. Bilinmiyorsa, çocukla ve diğer kişilerle konuşmak, günce tutmak işe yarar. Tıbbi sorunlar dâhil edilmemelidir. Biliniyorsa, sorunların altında yatan gizli nedenlerle ilgilenilmelidir. Örneğin, okulda şiddete mazur kalmak gibi.
• Davranış yönetim stratejileri kullanılabilir.
• Uzun süredir var olan bir sorun ise, anne-baba’nın kendisini ya da çocuklarını suçlamamalıdır, bir araya gelip, sorunlarla birlikte başa çıkılabilir, aileyle, dostlarla ya da diğer ailelerle konuşulabilir, stratejiler paylaşılabilir.
• Sorun devam ederse, ciddi boyutlara ulaşır ve kaygılandırırsa, doktora, okuldaki sağlık görevlilerine, gerekirse bir çocuk psikologu ya da psikiyatrisine başvurulmalıdır.

Psikolojik Danışman
Mine Çelik

24 Aralık 2009 Perşembe

Anne-Baba ve Çocuk Arasındaki Denge Nasıl Sağlanır?

ANNE-BABA VE ÇOCUK ARASINDAKİ DENGE NASIL SAĞLANIR?

Düşünün, ailenizle kahvaltı yapıyorsunuz. Kızınız, çay fincanına çarpıyor ve bir fincan çay gömleğinizin üzerine dökülüyor. Biraz önce olan olay üzerinde hiç bir kontrolünüz yok. Sonradan olacaklar ise sizin davranışınıza göre belirlenecek. Lanet ediyorsunuz. Çayı üzerinize döktüğü için kaba bir şekilde kızınızı azarlıyorsunuz. Kızınız üzülüyor ve ağlamaya başlıyor. Kızınızı azarladıktan sonra eşinize dönüyor ve çay fincanını masanın kenarına çok yakın koyduğu için eleştiriyorsunuz. Bunu kısa bir sözlü tartışma takip ediyor. Öfkeyle üst kata çıkıyor ve gömleğinizi değiştiriyorsunuz. Aşağıya indiğinizde kızınızı, ağlamaktan dolayı kahvaltısını bitirememiş ve okul için hazırlanamamış bir halde buluyorsunuz. Kızınız otobüsü kaçırıyor. Eşinizin işe gitmek için hemen çıkması gerekiyor. Hemen aceleyle arabanıza koşuyorsunuz ve kızınızı okula bırakmak üzere hareket ediyorsunuz. Geç kaldığınız için, olması gereken hızdan daha hızlı gidiyorsunuz. 15 dakikalık gecikmeden ve hız limitini aştığınız için ödediğiniz trafik cezasından sonra okula ulaşıyorsunuz. Kızınız size "Hoşçakal" demeden binaya koşuyor. Ofise 30 dakika gecikmeyle geliyorsunuz ve evrak çantasını evde unuttuğunuzu anlıyorsunuz. Gününüz korkunç bir şekilde başladı! Devam ettikçe, kötüleşiyor, daha da kötüleşiyor sanıyorsunuz. Eve gitmeyi dört gözle bekliyorsunuz. Eve ulaştığınızda eşiniz ve kızınızla olan ilişkilerinizde araya sıkıştığınızı sanıyorsunuz. Neden? Sabahleyin vermiş olduğunuz tepkiye bağlı olarak gelişiyor. Neden kötü bir gün geçirdiniz?

A) Kahve sebep oldu
B) Kızınız sebep oldu
C) Polis sebep oldu
D) Siz sebep oldunuz

Cevap "D" şıkkı. Çayın dökülmesinde sizin bir kontrolünüz yoktu. Sizin gününüzün kötü geçmesine o 5 saniye içindeki davranışlarınız sebep oldu. Olabilecek ve olması gereken ise şöyleydi. Üzerinize çay döküldü. Kızınız ağlamak üzere. Siz nazikçe "Tamam tatlım, bir dahaki sefere biraz daha dikkatli olman gerek" diyorsunuz. Havluyu kaptığınız gibi üst kata çıkıyorsunuz. Gömleğinizi değiştirip, evrak çantasını aldıktan sonra aşağıya iniyorsunuz ve aynı anda pencereden kızınızın otobüse bindiğini görüyorsunuz. Kızınız geri dönüp el sallıyor. Siz ve eşiniz işe gitmek için birlikte çıkmadan önce öpüşüyorsunuz. 5 dakika önce işe geliyorsunuz ve çalışma arkadaşlarınıza neşeli bir şekilde selam veriyorsunuz. Patronunuz ne kadar güzel bir günde olduğunuz hakkında konuşuyor. Farka bakın! İki farklı senaryo. İkisi de aynı başladı. İkisi de farklı bitti. Neden? 90/10 sırrı inanılmazdır. Çok azımız bunun farkındadır. Sonuç? Pek çok insan gereksiz yere stresten, dertlerden, problemlerden ve baş ağrısından acı çekmektedir. Bu sır nedir? Hayatın %10'u, sizin başınıza gelenlerden oluşur. Hayatın diğer %90'ına ise sizin bu başınıza gelenlere nasıl davrandığınızla karar verilir.
İnsanlar anlamsız şeyler söyler ve yaparlar. İnsanlar hasta olur, arabalar bozulur, uçaklar geç kalır ve bütün planlarımızı alt üst ederler. Trafikte bir sürücü canımızı sıkabilir v.s. Bu %10'luk kısım tamamen bizim kontrolümüz dışında gerçekleşir. Diğer %90'lık kısım farklıdır. Diğer %90'lık kısmı siz belirlersiniz. Nasıl? Olaylara yaklaşımınızla! Nasıl tepki verdiğinize bağlıdır. Gerçekten olanların %10'unda hiç bir kontrolünüz yok, diğer %90’ı ise sizin tepkinizle belirlenir.


Hayat şartları, kötü davranışlarımız ve ruh halimiz çocuklarımızı olumsuz yönde etkilemektedir. Zor bir dönemden geçen, kötü ruh halindeki ebeveynler, çocuklarına karşı daha alıngan, daha olumsuz düşüncelere sahip olmalarından dolayı eleştiri ve düşmanca tavırlardan oluşan davranışlar sergileyebilirler. Çocuğun duygu ve gereksinimlerine karşılık vermek kadar anne-baba’nın da kendi gereksinimlerini karşılamaları gerekir. Bu gereksinimler karşılandıktan sonra anne-babalar çocuklarıyla, daha keyifli anlar geçirecek ve daha güvene dayalı ilişkilere temel atacaktır. Ebeveynlikte dengeyi sağlayabilmek için, özbilince sahip olmak, depresyona girmekten korunmak ve öfkeyi kontrol edebilmek gerekmektedir.

1. ÖZ-BİLİNCE SAHİP OLMAK: En derinde yer alan isteklerin, duyguların ve inançların farkında olmaktır. Öz-bilinç, verilmesi ve gereksinim duyulanın alınması için aradaki dengenin kurulmasıdır. Anne-babalar genellikle kendi isteklerini geri planda tutup, çocuklarının isteklerine yönelirler. Kötü bir günün ardından, acısını çocuktan çıkarmak, çocuğun kötü tepki vermesine yol açar. Fakat durup düşündüğünüzde, kötü bir günün ardından geçireceğiniz birkaç keyifli dakika, çocuğun isteklerine olumlu tepki vermeye yardımcı olacaktır. Olumlu tavırlar, çocuğunda olumlu tepkiler göstermesine neden olur. Böylece kötü geçen bir gün bir anda iyi bir güne dönüşebilir, içinde bulunduğunuz atmosferi değiştirebilir.

a) Kendini dinlemek: Bedeni, zihni ve duyguları dinlemek, ne istediğinizi düşünmek ve anlamaktır. Bu tutum en iyi davranışlar sergilememize yardımcı olacak ve denge rahatça kurulacaktır. Gereksinimlere ne kadar dikkat edilirse o kadar olumlu, mutlu, esnek ve özgüvenli olmak mümkündür.
b) Olumsuz duygu ve düşünceler: Olumsuz hisler her zaman kötü değildir. Bazen acının kaynağından uzaklaşmak en iyisidir. Ancak kontrol altına alınmadığında yıkıcı ve zarar verici olabilir. Olumsuz ve zararlı fikirler bu sayede oluşur. Çaresiz, işe yaramaz, endişe ve başarısızlıklardan dolayı hayatla yüzleşemeyen, stres altında, korkunç birer anne-baba olduğunuza dair inançlar, iyi bir anne-baba olmaya çalışmanın anlamsız olduğunu düşünmek ve bağırmak gibi kısa süreli tatminler iyi birer ebeveyn olmaya gölge düşürmektedir. Bu sebepten dolayı olumsuz düşünceler bir gün gerçeğe dönüşebilir. Olumsuz inançlar ve düşünceler sadece düşünce ve inançlardan ibarettir. Kim olduğunuzla ilgili doğrular düşüncelerde değil yapılanlardadır. Olumsuz inançlara ve düşüncelere karşı koymak ve bununla savaşmak, kendine inanmak davranışları iyi yönde biçimlendirir.
c) Olumlu düşünceler: Yaşamımızda şükrettiklerimizi, olumsuz anlarda hatırlamak düşünce yapımızı iyi yönde etkileyecektir. Olumsuz ve zararlı düşüncelerle başa çıkabilmek için gerektiğinde yerine kullanmak üzere bir olumlu ve yararlı düşünceler listesi oluşturulabilir. Rahatlatıcı sözler ve düşünceler, şarkı söylemek ya da başarıyı anımsatacak görsel malzemeler işe yarayabilir. Hedefinize ulaşırken attığınız gerçekçi, küçük adımları hayal edip, kafanızda canlandırabilirsiniz. Bu tutum günlük işlerde de kullanılabilir ve kendine inanmayı sağlar.

2. DEPRESYONA GİRMEKTEN KORUNMAK: Çok sık rastlanan bir rahatsızlıktır. Her dört kadından birinde, özellikle küçük çocukları olan kadınlarda görülmektedir. Anne’nin depresyonu devam ettiği sürece, çocuklar, davranış sorunları yaşamaktadır. Depresyona girmekten korunmak için depresyonun nasıl anlaşıldığını, buna yol açan nedenleri ve bu konuda neler yapılabildiğine dikkat etmek gerekir.
a) Depresyon nasıl anlaşılır? : Depresyonun belirtileri değişkendir, kişiden kişiye farklılık göstermektedir. Aynı zamanda ayırt etmek güçtür. Depresyon inanç sistemini çarpıtıp, daha ümitsiz ve kararsız olmaya yol açar. Her zaman zayıf özsaygıya sahip olmak ve benzer belirtiler taşımak, daha hafif ve daha uzun süreli bir depresyonun (distimia) göstergesidir. Aşağıdaki belirtilerin birkaçı görülüyorsa, depresyondan şüphelenmek mümkündür:
• Sürekli dibe vurmuş gibi hissetmek,
• Yorgunluk,
• İşler hep ağır, büyük çaba gerektiriyormuş gibi hissetmek,
• Huzursuz uyku ve sabahları uyanınca yorgun hissetmek,
• Eskisi gibi hayattan keyif ve neşe alamamak,
• Sürekli olumsuz duygu ve düşüncelere sahip olmak,
• Diğer insanlara yük olduğunu düşünmek,
• Sulugözlülük, aşırı duyarlılık ve zayıf konsantrasyon

b) Depresyona ne yol açar? : Ebeveynler bazı zamanlarda dibe vurmuş hissedebilir, zaman zamanda sıkıntıya girebilir. Çoğu zaman olumsuz stres ya da ölüm gibi yaşamdaki olumsuz olaylar depresyonu tetiklemektedir. Ailenin geçmişinde depresyon varsa, geçmişte büyük kayıplar olmuşsa, çocukken anne kaybedilmişse bunlar depresyona girme olasılığını arttıracaktır. Yapılan araştırmalar sonucunda yardım almayan, evde üç ya da daha fazla beş yaşın altında çocuğu olan ve ücretli bir işte çalışmayan ebeveynlerin depresyona girmesi daha muhtemeldir. Bazı kadınlarda doğum sonrası loğusa depresyonu geçirebilirler.
c) Bu konuda neler yapılabilir? : Kendini suçlamak, kendini başarısız olarak nitelendirmek, yardım almayı engelleyici, tipik bir depresif düşünceye örnektir. Depresyondan şüpheleniliyorsa bir uzmanla görüşmekte yarar vardır. Tedavi hem anne-babanın davranışlarını hem de anne-babanın davranışlarına hassas olan çocuğu da olumlu şekilde etkileyecektir. Çocuklar yetişkinlerin problemleri olduğunda, başka biri gibi davranmaları ve davranış sorunları geliştirmesi çoğunlukla olasılıklar arasındadır. Depresyon tedavileri gerekli ve çok etkilidir. Temel tedavi yöntemleri anti-depresanlar ve bilişsel-davranış terapileridir. Bu yöntemler depresyona sebep olan nedenleri ortadan kaldırmaz fakat stres ile mücadele etmede çok etkilidir. Stres kaynakları ne kadar iyi belirlenirse, onlarla mücadele etmek o kadar kolay olacaktır. Olumlu yönde geliştirecek yollar bulmak depresyondan kurtaracaktır. Bilişsel-davranış terapileri, eğlenceli etkinliklerde bulunmaya, zararlı düşünceleri belirleyip onlardan kurtulmaya, bir başka deyişle yenilenmeyi sağlayan bir konuşma terapisidir. Psikologlar, psikiyatrlar, ya da psikoterapistler bu yöntemi uygulamaktadır. Bu yöntem için zaman ayırmak ve terapiye bağlı kalmak gerekir. İlaç tedavisinde, Prozac gibi bazı anti-depresan ilaçların yan etkileri azdır ve bağımlılık yapmaz. İlaçlar birbirinden farklılıklar gösterse de birçok ilaç arasından uygun olanını bulmak mümkündür ve doktorun reçete yazmış olması gerekir. Bazı bitkisel ilaçlar da anti-depresanlar kadar etkili alternatif tedavi yöntemlerindendir. Ancak bir uzmana danışmadan kullanılmamalıdır. Kronik bir rahatsızlıkta başka ilaçlarla etkileşim içine girdiğinde zarar verebilir. Sonuç olarak hangi yöntem seçilmiş olursa olsun denetim altında, doğru dozun kullanıldığına emin olmak gerekir.

3. ÖFKEYİ KONTROL EDEBİLMEK: Bazı zamanlarda yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunda öfkelenmek normaldir. Kötü davranışlarla karşı karşıya kalmak, haksızlığa uğramak öfkelendirir. Sürekli öfkelenmek, depresyon gibi insanları kontrol altına alabilir. Öfkeli insanlar rahatlamakta ve keyif almakta zorlanırlar ve kızgınlıklarıyla hayatta kalmayı başarırlar. Kısa sürede bu yardımcı olsa da uzun vade de sorunlara, çatışmalara ve şiddete yol açar. Kötü davranışları olan bir yetişkini örnek alan çocuklarda davranış sorunları gözlenmektedir. Tutarsız ve şiddete eğilimli yetişkinler, çocuk tacizine bile zaman zaman neden olmaktadır. Öfkeli kişiler kısa sürelide olsa alkole başvururlar ve bu uzun vade de madde bağımlılığına yol açabilir. Bağımlılık ile iş, aile ve sosyal yaşamdaki ilişkilerde sorunlar yaşanır, aileler parçalanabilir. Aynı zamanda alkol, şiddeti tetiklediğinden dolayı depresyonu arttırmaktadır. Düzenli olarak öfkelenme söz konusu ise, birtakım yöntemlerle kontrol altına alınabilir. Basit bir tetikleyiciye odaklanmak yerine öfke ve üzüntü kaynağının ne olduğunu anlamaya çalışmak ve hatta bu konuda konuşmak bile işe yaramaktadır. Öfke bazen geçmişte kalmış kötü hislerin gizli kalmasıdır. Bunları açığa çıkarmak, bunlarla yüzleşmek çok acı verici olsa da bir o kadarda etkilidir. Böylece bir üzücü durumda olumlu ve yapıcı adımlar atılabilir. Kızgınlığı bastırmak, bunu diğer insanlara mal etmek ve düşmanca ilişkiler kurmak öfkenin artmasına sebep olur. Böyle bir durumda psikoterapi, danışmanlık, meditasyon gibi çalışmalar faydalı olur. Kimi insanlar öfkelerini yaratıcı projelere dönüştürerek, şaka yaparak, egzersiz yaparak enerjilerini olumlu bir şekilde dışa atarlar. Eğer kontrol dışı bir durum söz konusu ise, daha etkili olunan ortamlar bulunabilir. Örneğin işte bir türlü terfi edilememişse başka bir iş denenebilir veya yaşanan stresi dışarı atacak başka yöntemler bulunabilir. Egzersiz ve aşırı stresten uzak durmak iyi hissetmeye, öfkeye yol açmayacak aktivitelerden keyif almaya yardımcı olur. Hiçbir strateji işe yaramazsa, bir terapiste başvurmakta faydalı olacaktır.



ŞEKİL 1: Öfke buzdağına benzer. Kızgınlığımızın altında yatan nedenler engellenmek, önemsenmemek fiziksel ya da bedensel saldırıya uğramak olabilir.





Psikolojik Danışman
Mine Çelik

22 Aralık 2009 Salı

Çocuk ve kitap

ÇOCUKLAR VE KİTAPLAR NASIL BULUŞUR?

Çocuklarınıza kitap okumanız için gereken herhangi bir yaş, belirli bir zaman dilimi yok. Belki de kitap okumak, her yaşta, her zaman, her yerde yapılabilen en kolay ve eğlenceli bir aktivite olabilir. Bebeğiniz bile kitaptaki resimlere bakabilir, okuduğunuz kelimelerin ritmini ve kafiyesini duyabilir. Teknoloji ile erken yaşta tanışan, binlerce uyarıcı ile karşılaşan çocuklara kitapların kendi renkli dünyalarıyla tanıştırmak pekte kolay olmasa da nihayetinde onlar yinede isabetli seçimler yapabiliyorlar. Kitaplarla dolu bir kütüphanede merakla dokunup, inceliyorlar. Şayet evde de kitap okunuyor ve çocuklara iyi örnek oluyor, kitabın ona ayırdığınız zamana engel olmamasına dikkat ediyorsanız, çocukta da okuma isteği gelişecektir. Ayrıca kitapevlerine birlikte gitmek, sabırla kitapları incelemesine ve seçmesine izin vermek onları heveslendirecektir. Böylece okumanın bir işkence olmadığını, istediği zaman farklı dünyalara gidebileceği bir yolculuk olduğunu keşfedecektir. Televizyon ve/veya bilgisayar, oyun, spor aktiviteleri dışında “okuma zamanları” yaratarak birlikte özel vakitler geçirip aranızdaki bağı güçlendirebilirsiniz. Bu ona değer verdiğinizi göstermenin en güzel yoludur.

En nitelikli kitabı seçebilmek ve okumaya teşvik edecek bazı kriterler bulunmaktadır. Bir kitapta öykünün iyi yazılmış olması kadar iyi resmedilmiş olması da önemlidir. Yazıda ifade edilen duygunun canlandırılabilmesi için bazen renkli bazen de siyah beyaz olması gerekir. Anlatılan hikâye ile resimleri bütünleşiyorsa, daha etkili olacaktır. Ayrıca bir kitap ne kadar iyi yazılmış ve ne kadar iyi resmedilmiş olursa olsun grafik tasarımı ve kullanılan malzemenin kalitesiz olması okumayı olumsuz yönde etkileyecektir. Aynı zamanda kitabın yazarının ve eserlerinin biliniyor olması ve saygın bir yayınevi tarafından yayınlanması güvenirliği arttıracaktır. Diğer bir kriter ise, başka kültürlerden alınan eserlerin, çocuğa evrensel bir bakış açısı kazandırması, farklı kültürleri, değerleri tanıması için okunması ve okutulması yerinde olacaktır. Ayrıca çocukların anlayabilmeleri için iyi çevrilmiş olmaları ve Türk dilinin iyi kullanılmış olması şarttır. Çocuğun yaratıcılığını geliştirecek sıra dışı hikâyeler bakış açılarını geliştirecektir. Son olarak ta “iyi” karakterler kadar “kötü” karakterlerinde vurgulandığı, dozunu aşmadan öğretici ve ders verici olan kitaplarda çocuğun kendi doğrularına sahip olmasına yardımcı olacaktır. Kısaca katı kuralları olmayan, ilgi çeken, farklı bakış açıları kazandıran ve keyif veren kitaplar değerlidir.

YAŞ GRUPLARINA GÖRE

KİTAP OKUMA ALIŞKANLIKLARI VE SEÇİMLERİ

I. Bebekler (0–3 yaş): Kitaplarla bağ kurma dönemidir. Dokunarak ve dinleyerek öğrenirler. Bebeğinize kitap okurken, bebeğiniz sayfaları çevirmenizi, resimleri işaret edişinizi ve yazıları soldan sağa takip etmenizi idrak edebilir ve taklit edebilir. Konuşmayı öğrenmesine yardımcı olmak ve dil becerilerini geliştirmesi için kitap okunmalıdır.

  1. Kitaplar uzun süre elinde olacağından dolayı, tutabileceği boyutlarda ve kendi başına keşfedebilmesi için kumaş, karton veya sert plastik gibi kaliteli malzemelerden yapılmalı, kolay yıpranmamalı ve yırtılmamalıdır.
  2. Bebeğinize basit ve onun dünyasında yer alan, içinde tanıdığı nesnelerin bulunduğu kitaplar seçin.
  3. Parlak ve bol resimli olsun.
  4. Sayfalarında herhangi bir yazı bulunması gerekli değildir ama eğer varsa kısa ve ahenkli cümlelerden oluşmasına dikkat edilmelidir. Aynı zamanda az kelimeli ve bu kelimelere ait resimleri bulunmalıdır.
  5. Resimleri parmağınızla işaret ederek adını söyleyin. Bebekler bu şekilde öğrenir.
  6. Basınca ses çıkaran düğmeler ve içi boşaltılabilen aksesuarlı kitaplar da seçilebilir.
  7. Bebekler aynı kitabın tekrar okunmasından hoşlanır. Sabırla okuyun.
  8. Okurken tek düze ses tonu ve abartılı ifadeler çocuğunuzu rahatsız edebilir. Fakat ses tonunuzu gerektiği yerlerde alçaltıp yükseltmek ve gerektiğinde mimik kullanmak, onun hem ilgisini çekecek hem de eğlendirecektir.
  9. Bebekler tekerleme ve şarkılardan da hoşlanır. Biraz daha büyüdükten sonra basit tekerleme ya da kafiyeli cümlelerin yer aldığı kitaplar okuyabilirsiniz.
  10. Bebeğinize kitap okurken, kucağınızda tutun. Aranızdaki bağı güçlendirecektir.
  11. Çocuğun aile üyelerini tanıması içinde birlikte fotoğraf albümlerine bakabilirsiniz.

II. Okul Öncesi Dönemdeki Çocuklar (3–6 yaş): Okumaya hazırlık dönemidir. Çocuğunuz okumaya başlamadan önce gördüğü harfleri anlamlandırmaya yönelik temel beceriler kazanacaktır. Yazılar ve kitaplara aşina olacak, kitapların işleyişini öğrenecek ve harfleri tanımaya başlayacaktır. Ne kadar çok harfi tanırsa, bu harflere ait seslere o kadar yoğunlaşabilir. Bu dönemde ayrıca yaratıcılıkları gelişir, olayların nedenleri üzerinde dururlar. Günlük hayatlarında karşılaştıkları sorunları içeren, sorularına cevap veren kitaplar seçilmelidir.

  1. Kendi yaşamlarını anlamalarına yardımcı olacak fikirler ve konular içeren bildik masallar ve hikâyeler seçilebilir. Küçük çocuklar, yiyecekler, hayvanlar, vasıtalar ve çocuklarla ilgili kitaplardan hoşlanır.
  2. Kitapların belirgin bir konusu ve kahramanı olmalıdır. Bir ya da birkaç kahramanın karşılıklı ilişkilerini anlatan öyküler okunmalıdır. (üç küçük domuzcuk) Onun yaşındayken sevdiğiniz masalları okumayı da tercih edebilirsiniz.
  3. İyi resmedilmiş, ayrıntılı resimleri olan kitaplar seçilmelidir.
  4. Çocuğun hayal gücü harekete geçirilmelidir. Kitabın bir bölümünde durup, “ Sence bundan sonra ne olmuştur?”gibi bir soru sorup hikâyenin kalanını tamamlamasını isteyebilirsiniz.
  5. Çocuğun sınıflandırabileceği nesneler içermesi yerinde olacaktır.
  6. Küçük çocuklar uyumadan önce onlara kitap okunmasından çok hoşlanır.
  7. Küçük çocuklara okunacak kitabı seçmelerine ve tutmalarına izin vermek gerekir.
  8. Yazısı fazla olmayan kitaplar seçilmelidir. Dinlerken sıkılabilir.
  9. Resimlerin isimlerini belirtmek yeni kelimeler öğrenmesine yardımcı olur.
  10. Okul öncesi döneminde çocuklara aile, arkadaşlar, okul, alfabe ve rakamlarla ilgili kitaplar alınmalıdır.
  11. Öyküler hakkında sorduğu cevaplar dikkatlice cevaplanmalıdır.
  12. Okul öncesi döneminde çocuğunuzun öyküler anlatmasına izin verin.
  13. Çocuğunuzla birlikte daha çok kütüphaneye, kitapevlerine gidin ve kendisine kitaplar seçmesine izin verin.
  14. Küçük çocuklara kitap okurken yanınıza ya da kucağınıza oturmasına izin verin. Aranızdaki bağ güçlenecektir.
  15. Beklemeniz gerektiğinde birlikte kitapları karıştırın.
  16. Tabelaları ve levhaları okuyun.
  17. Televizyonu kapatın.

III. Okul Çağındaki Çocuklar (6–12) yaş: Çocuklar için okumayı öğrenme ve okuduklarından keyif alma dönemidir. 6–8 yaş döneminde kitabı kendi başına okuyabilmesi için harfleri seslendirmeyi, sık kullanılan kelimeleri tanımayı ve daha sonra okuduklarının ne anlama geldiğini kavramayı ve anlamını kaybetmeden daha hızlı okumayı başaracaktır. Artık çocuk kendini tanımaktadır. Diğer insanların kendinden farklı olduğunu, aynı duygu ve düşüncelere sahip olmadıklarını anlayabilir. Yeniliklere açıktır. 8–12 yaş döneminde ise, esas amaç her alanda yeni bilgiler edinmeleri, istekli ve bağımsız okuyucular olmalarıdır. Çocuklar aktif olarak okumayı, sürekli düşünmeyi ve sorgulamayı öğrenirler. Okuyan çocuklar otomatik olarak kelimeleri tanır ve daha önceden sahip oldukları bilgiler arasında bağlantı kurabilirler. Artık okumak, bilgi edinmek ve karmaşık materyalleri anlamlandırabilmektir. Aynı zamanda çocuklar kendi ilgi alanlarını belirleyebilir ve o alanla ilgili bilgi ve kahramanlarla ilgilenir. Maceralı hikâyeler bu yaş grubuna göredir.

6–8 yaş grubu:

1. İlgi alanına giren kitaplar seçilmelidir.

2. Kitabın ayrıntılı resimleri olmasına dikkat edilmelidir.

3. Yeni bilgiler öğretmelidir.

4. Okumayı yeni öğrenen çocuklar, fazla uzun olmayan ve küçük yazılar ile yazılmamış kitapları tercih etmelidir.

5. İçinde yabancı ve bilmediği kelimeler olmamalıdır.

6. Kitabın iyi karakterleri olduğu gibi kötü karakterleri de olmalıdır.

7. Gerçek hikâyelerde okunabilir.

8. Okula yeni başlayan çocuklara okuma becerisini geliştirmeye yönelik bol bol alıştırmalar yapmaya ve yüksek sesle okumaları için teşvik etmek gerekir.

9. Okumaya yeni başlayan çocukların çoğu tanıdıkları kelimelere göre, tahminde bulunarak okumaya çalışır. Bir hata yaptığında ya da yanlış okuduğunda nazikçe hatasını düzeltin ve çocuğunuz doğrusunu okumaya çalışırken sabırlı olun.

10. Okurken başarılı olabilmesi için seviyesine uygun kitaplar seçilmelidir.

11. Sevdiği kitap ve şiirleri tekrar tekrar okumasına izin verin. Aynı şeyleri tekrar okumak çocuğun daha hızlı ve daha doğru okumasına yardımcı olacaktır.

12. Öyküleri derinlemesine inceleyin. “Küçük domuzcuk neden böyle davrandı?” gibi öykü ile ilgili sorular sorun.

13. Uyku öncesinde birbirinize sırayla okuyun.

14. Televizyon izleme süresi kontrol altına alınmalıdır. Televizyona ve video oyunlarına ait süre kısıtlanmalı, belli zamanlarda kullanılmasına izin verilmelidir. Boş zamanlarında kitap okumaya teşvik edin.

15. Kitapsız evden çıkmayın. Beklenilmesi gereken durumlarda ya da seyahatte yanına kitap-dergi alın. Sürekli kitap okuyacak zaman oluşturun.

8–12 yaş grubu:

1. Çocuğun kendi karakterine ve zevkine uygun, kendi seçtiği bir kitap olmalıdır.

2. Kitap mesaj kaygısı taşımamalıdır.

3. Çocuğu düşündürmelidir.

4. Kitapların özel ve değerli olduklarını hissettirmek gerekir. Çocuğunuzu kütüphaneye götürün ve birlikte okuyun. Hediye olarak kitabı tercih edin. Evin bir köşesinde kitaplar için bir köşe ayıracağınız gibi evin her yerinde de kitaplar bulundurabilirsiniz.

5. Yeni kitaplar okumasını destekleyin. Beğendiği türde başka kitaplar okumasını sağlayın. Dizi halindeki kitaplar ya da sevdiği yazarların kitaplarını alabilirsiniz.

6. Sözlüğü nasıl kullandığınızı görmesini sağlayın. Sözlük kullanmaya teşvik edin.

7. Temel bilgileri kazanması, dinlediklerini ve okuduklarını kavrayabilmesi için günlük aktiviteler hakkında konuşun ve bunu alışkanlık haline getirin.

8. Çocuğu yazılar yazması için yüreklendirin. Yazmanın çeşitli aşamaları olduğunu, sabırlı olunması gerektiğini, başta kimsenin mükemmel olamayacağını ifade etmek gerekir.

9. Farklı türlerde kitaplar ve farklı yazım biçimleri tercih edilmelidir.

10. Çocuğunuza bazı hafıza ipuçları öğretin. Bir hikâye’yi birkaç cümlede nasıl özetleyeceğini, ilerleyen bölümleri nasıl tahmin edebileceğini gösterin. Bu ipuçları kavramasına ve hatırlamasına yardımcı olacaktır.

11. Zamanınızı kelime oyunları oynayarak değerlendirin. Eş anlamlı ve zıt anlamlı kelimeler bulun ve kelimelerin kullanımına ilişkin örnekler verin. Çocuklar kelimelerin çeşitli anlamlarını bilirlerse o kelimeyi okumakta daha az zorluk çekerler.

21 Aralık 2009 Pazartesi

Psikolojik Danışma

Psikolojik Danışma Nedir?

Psikolojik Danışma, kişisel, sosyal, mesleki, eğitimsel konularda, kişilerin amaç ve hedeflerini belirleme, karar verme, mevcut problemleri çözme ve benzeri konularda kişilik haklarına saygılı, gizliliğe önem veren, tarafsız eğitimli, uzman danışmanlardan yardım alınan bir süreçtir. Psikolojik danışmayı karakterize eden birtakım özellikler vardır:

  • Psikolojik danışmaya gelenlere genellikle danışman denir.
  • Anormal ve ya aşırı uyumsuz davranış gösterenlerle ilgilenmez.
  • Genel olarak danışanların başlangıçta kaygı ve bunalım içinde olmaları beklense de psikolojik çöküntüden uzaktırlar.
  • Psikolojik danışma, danışanlara kendilerini anlama, ifade etme ve kabullenmelerine yardımcı olmakta ve bu anlayış ile kendi gizli güçlerini keşfetmelerini amaçlamaktadır. Gerekirse danışanların tutum, görüş ve davranışlarında değişiklikler yapılabilir.
  • Konuşma ve dinleme temel metotlar; testler, sosyal ve biyografik materyaller, envanterler ve anketler gibi yardımcı metotlar da kullanılır.
  • Danışmanlık sürecinde olumsuz ve bilinçdışı davranışlardan çok, olumlu ve bilinçli davranışlar üzerinde durulur.

Psikolojik danışmanlık ile psikoterapi arasında gerek kuramlar, gerek yöntemler açısından benzerlikler olmasına rağmen tamamen aynı değildirler. Danışmanların psikoterapistlerden farkı, danışanın bozulmamış, geliştirilebilecek yönlerine ağırlık vermesidir. Psikoterapist ise günlük yaşamını sürdüren, hasta kategorisine girmeyen ve bir kimseye yardımcı olurken onda bozulmuş yönlere dikkat etmektedir.

Psikolojik Danışma Kimler İçin Uygundur?

  • Kendini daha iyi tanımak isteyen bireylere,
  • Arkadaşları ya da ailesi ile ilişkilerini düzeltmek ya da geliştirmek isteyenlere,
  • Yalnızlık ve utangaçlık ile başa çıkamayanlara,
  • Kendine güvenini arttırmak isteyenlere ve girişkenlikle ilgili problemi olan öğrencilere,
  • Duygularını etkili bir şekilde ifade etmek ve bu konuda problemleri olan kişilere,
  • Stres ve kaygılarıyla baş edemeyenlere,
  • Sınav ve notlarıyla problemi olan öğrencilere ve akademik olarak uyarılmış öğrencilere,
  • Mesleki anlamda bir yol çizmek isteyenlere,
  • Her türlü karar verme güçlüğü çekenlere,
  • Okula yeni gelen ve uyum zorluğu yaşayan tüm öğrencilere uygundur.

Psikolojik Danışmaya İhtiyaç Duyduğunuzu Nasıl Anlarsınız?

  • Bulunduğunuz ortama uyum sağlayamadığınızı düşünüyorsanız,
  • Son günlerde aşırı stresli ya da kaygılıysanız,
  • Çoğu zaman moraliniz bozuk ve kendinizi iyi hissetmiyorsanız,
  • İnsanlarla daha iyi iletişim kurmak ve duygularınızı daha iyi ifade etmeye ihtiyaç duyuyorsanız,
  • Hayatınızda bir şeylerin ters gittiğini düşünüyorsanız,
  • Mesleki bir alan ve hedef belirlemek istiyorsanız,
  • Önceleri daha başarılı olduğunuz halde şimdi daha başarısız olduğunuzu düşünüyorsanız,
  • Görevlerinizi yerinize getirdiğiniz halde başarısız olduğunuzu düşünüyorsanız, (ödev, ders)
  • Kendinizi daha iyi tanımak istiyorsanız,
  • Nasıl ders çalışacağınızı bilmiyorsanız,
  • Kimseye anlatamadığınız ama paylaşmak istediğiniz duygu ve düşünceleriniz varsa,
  • Yaşamanızın nereye gittiğine doğru endişeleriniz varsa,

Bir psikolojik danışman ile görüşmenizde fayda vardır.

Mine Çelik

Psikolojik Danışman

www.cocukvegenc.com