24 Aralık 2020 Perşembe

Agorafobi Nedir?

Son zamanlarda dizilerde sıkça görmeye başladığımız bir durumdan bahsetmek istiyorum. Agorafobi. Sen çal kapımı dizisinden Aydan karakteri, Kırmızı oda dizisinden ise Selvi karakterini gördük en son. Yıllarca dışarı çıkamayan bu iki karakterin aldığı yardımlar ile dışarı çıkmayı başardığını seyrettik. Gelin bu durumu yakından inceleyelim. Agorafobi,evden dışarı çıkamama, kalabalık ve kapalı ortamlara girememe korkusudur. Temelinde anksiyete bozukluğu olduğu için sosyal fobi, obsesif kompulsif bozukluğu, post travmatik stres bozukluğu ve bununla birlikte depresyon da sıklıkla görülmektedir. Gitmekten Kaçındığı Yerler: AVM ler, uçaklar, Sinema-Tiyatrolar, Marketler, Asansörler, Spor Salonları vs. Kaçındığı Durumlar: * Toplu taşımaya binmek, * Açık alanlarda bulunmak, * Kapalı yerlerde bulunmak, * Kalabalıkta olmak, * Yanlız başına evin dışında olmak. Yukarıda belirtilen durumlardan 2 veya daga fazlası size uyuyor ise, Agorafobi olabilirsiniz. Hissedilen Belirtiler: * Terleme, * Çarpıntı, * Baş dönmesi, * Bulantı, * Titreme, * Göğüste ağrı ve nefes alamama hissi, * Bayılma hissi Bu belirtilerin altında kontrolü kaybetme korkusu ve ölüm korkusu görülmektedir. Bu rahatsızlık ilaç ve/veya bilişsel davranışçı terapi ile tedavi edilmektedir.

3 Aralık 2020 Perşembe

SİNDİRELLA SENDROMU

SİNDİRELLA SENDROMU Sindirella masalını bilmeyen yoktur heralde. Ama gelin biraz hatırlayalım. Sözü geçen masalda bu kız babasının ölümünden sonra üvey anne ve üvey kardeşleriyle yaşamak ve onların haksızlıklarıyla baş etmek zorundadır. Bu süreçte yanında ona yardımcı olan hayvan dostları, bir de peri vardır. Beklentisi ise, bir prensin gelip onu bulup kurtarmasıdır. Masal'ın bütününe baktığımızda Sindirella'nın içinde bulunduğu durumdan çıkmak için hiçbirşey yapmadan beklediğini,haksızlıklara karşı çıkmadığını ve her zaman birinin çıkıp onu kurtarmasını beklediğini görüyoruz. Doğu kültürünün hakim olduğu ülkelerde bu duruma sıklıkla rastlıyoruz. Çünkü bu kültürde aileler aşırı korumacıdır, sorumluluk vermemektedir. Genellikle bu aile de büyüyen bireyler; *Risk almaktan kaçınır, *Başaramam korkusuyla harekete geçmez. *Başkalarının kendi için karar vermesini bekler. *Kendi hakları için mücadele etmektense birinin çıkıp kurtarmasını bekler. Bu davranışın altında yatan nedenler; *özgüven eksikliği, *başarısızlık korkusu, *stresle baş edememek, *motivasyon eksikliği vb. olabilir. Zararları: *Hayal kırıklığı, güvensizlik, öfke yaratır. *Pasif bırakır. *Depresyona yol açar. *Kurban rolüne neden olur. *Sürekli endişe ve korku hali yaratır. Baş Edebilmek için Neler Yapılabilir? *Hedefleri bölmek ve her defasında küçük hedefleri yerine getirmek, *Duyguları tanımak ve farkında olmak, *Empati ve iletişim becerilerini geliştirmek, *yeni beceriler geliştirmek, *Stresi azaltacak yöntemler bulmak. Özgürlük, bize başkalarının verebileceği birşey değildir. Yanlız kalmaktan, sevilmemekten korkmaktan dolayı adım atmamak, başkalarını suçlamak ve sorumlu tutmak özgürleşmenizi engeller. Unutmayın hiç kimse sizi kurtarmaya gelmeyecek ama siz kendinizi iyileştirecek güce sahipsiniz.

20 Ocak 2012 Cuma

ERGENLE AİLE İÇİ İLETİŞİM

ERGENLE AİLE İÇİ İLETİŞİM
İletişim, iki insanın birbirlerini fark ettiği an (sözlü ya da sözsüz) başlar ve karşılıklı bir mesaj alışverişi söz konusudur. Aynı zamanda bu mesajlar bilinçli ya da bilinçsiz olarak ta beden diline yansır. Tek yönlü aktarım söz konusuysa yani bir kişi konuşuyor, diğeri cevap vermiyorsa bu tek yönlü iletişim, eğer karşılıklı bir aktarımsa da çift yönlü iletişimdir. Tek yönlü iletişim ile sağlıklı bir ilişki kurulamaz. Anne-baba, öğretmen ya da herhangi bir yetişkin, ergenle iletişim kurduğunu sanırken aslında çatışmaya neden olmaktadır. Ergenlik döneminin gelmesiyle ilişkinin yapısı ve niteliği bakımından değişiklikler görülür, iletişim şekli değişir. Bu dönemde ergenler kendi özgünlüklerini, birer birey olduklarını kanıtlamak isterler. Ergenlerin daha çok bağımsız olmaya, daha çok sorumluluk almaya, hayatlarını etkileyecek konularda söz sahibi olmaya ve karar vermeye, dolayısıyla hayatlarının kontrolünü ele almaya ihtiyaçları vardır ve ergen bunu yapmaya hazırdır. Çocukluk döneminde alınmış kurallar artık geçerliliğini kaybeder, ergen’in ihtiyaçlarına göre yeniden düzenlenmesi gerekir. Anne-babaların bu süreçte ergen’i iyi tanımaları, nasıl konuşması ve dinlemesi gerektiğini öğrenmeleri çok önemlidir. Doğru iletişim ergenleri olgunlaştırır, hayata hazırlar. Fiziksel ve ruhsal gelişimin sonunda değişim de beraberinde gelecek, doğru iletişim kurmayı bilen sağlıklı nesiller yetişecektir.
İletişimin temel öğeleri etkin dinleme ve dili doğru kullanmaktır. Etkin dinleme ile olaylara onların bakış açısından bakıp, neler hissettiklerini anlayabilmek,ergen’in söyledikleri kadar söylemediklerini de duymak, beden dilini doğru okumak, diğer bir değişle, verdiği tüm sözlü ve sözsüz mesajları algılayabilmek gerekir. Sessizce, bölmeden dinlemek, ergen’e hem anlaşıldığının hem de kabullenildiğinin mesajını verir. Arada bir “Sen bu konuda neler düşünüyorsun?”, “ Sence bunun sebepleri neler olabilir?” gibi açık uçlu sorular, düşündürmeye yönlendirir ve ergen’in düşüncelerini açığa çıkarır. Bununla birlikte, “ …’mı demek istedin? ” gibi tekrarlayıcı cümleler anlaşıldığının mesajını verirken, aynı zamanda sizinde doğru anlayıp anlamadığınızı teyit etmenize yardımcı olur. Kısaca etkin dinleme;
• ergen’in duygularının kabulünü sağlar,
• ergen’in duygularını ifade etmesine yardımcı olur,
• yetişkinlerle ergenler arasında güvene dayalı, sıcak ilişkiler kurulmasını sağlar,
• bireylerin farkındalıklarını arttırır,
• sorunların çözülmesine yardımcı olur.
İletişim’in bir diğer önemli temel öğesi dili doğru kullanmaktır. “Sen dili” yerine “Ben dili” mesajını kullanmak, iletişimi güçlendirir. “Sen dili” mesajı, kızgınlık, hoşnutsuzluk ifadesidir, suçlayıcı bir yaklaşımdır. Genellikle sözel olarak, “Beni her zaman çok üzüyorsun”, “Sen ne laf anlamaz çocuksun”, “Neden hiç dikkat etmiyorsun?”, “Aptal mısın ki anlamıyorsun ?” gibi söylemlere sıklıkla rastlanmaktadır. Bu tür söylemler direkt karşı tarafı hedef alır ve onları savunmaya geçirir, böylece çatışmanın temel yapısı oluşmaya başlar. “Ben dili” mesajı ise, adından anlaşılacağı gibi, ergen’i suçlamadan anne-baba’nın kendi duygu ve düşüncelerini ifade edebilme yoludur. Ben dili ile duygu ve davranışlar anında iletildiği için, ergen daha rahat olur. “Benimle bu şekilde konuşman beni rahatsız ediyor”, “Bu davranışın beni çok üzdü” gibi söylemlerle “ben rahatsız oluyorum” mesajını vermek daha doğru olacaktır.
Mine Çelik
Psikolojik Danışman
www.cocukvegenc.com

9 Ocak 2012 Pazartesi

NLP NEDİR?

NLP NEDİR?
Birçok kişi gibi sizde hayatınızın bir döneminde hızlı ve etkili değişime ihtiyaç duymuş olabilirsiniz. Sihirli değneklerimiz yok hiçbirimizin, Franz Kafka’nın Metamorfoz kitabında anlatılan hikâye gibi bir gece uyuyup, ertesi sabah tamamen farklı biri olarak uyanmıyoruz. Zamanı yakalayamadığımız, hızla değişen bir dünyada arzu ettiğimiz davranışlara, hedeflere nasıl ulaşacağız? Zaman değişimin neresinde? Değişim geçen 1 dakika öncedekiydi yoksa 1 yıl sonrada mı? Ya şu AN? AN’da kalabilmek, ŞİMDİ ve BURADA başlamak için nelere ihtiyaç duyuyorsunuz? Bu fırsatı şimdi, şu dakika da değerlendirin ve değişim-dönüşüm başlasın… Kendi hızında ve kendi zamanında.
Hiç bir ağacın gövdesini incelediniz mi, parmak izine benzeyen halkalarına dokundunuz mu? Nasıl ki, bir ağacın yüzeyindeki halkalar, o ağaç ile ilgili bilgi veriyor, bütününü oluşturuyorsa, NLP’nin her bir tekniği de NLP’yi oluşturmaktadır. Çapalar, Walt Disney Yaratıcılık Stratejisi, Milton Modeli, Meta Modeli, Zaman Çizgisi, Temsil Sistemleri, Çerçevelemek, Göz Erişim İpuçları etkili NLP tekniklerinden bazılarıdır. Biri sizi değişime götürecek halkalardan biri olabilir. Halkayı takip edin, sizi nereye götürdüğüne bakın, deneyimlemeye devam edin.
Peki, NLP nedir, ne işinize yarar? NLP’nin ne olduğu isminde saklıdır. NLP’nin açılımı neuro (sinir), linguistic (dil bilimi), programming (programlama) olarak belirlenmiş, Sinir Dili Programı olarak dilimize geçmiştir. Neuro, beş duyu organımızdan gelen bilgileri işleyiş tarzı ile ilgilenmektedir. Linguistic, kullanılan dil, kişinin kendisi ve çevresiyle iletişim kurması ve buna bağlı olarak yarattığı etkiyle ilgilenir. Programming ise, oluşturulmuş bilgisayar programları gibi, farkında olarak ya da olmayarak kullanılan zihinsel süreçlerdir. NLP, kısaca kişinin kendi değişim- dönüşüm sürecine katkıda bulunan teknikler bütünüdür. NLP’ nin bir davranış biçimi, sistematiği, bir gelişim ve başarı metodolojisi vardır. NLP, yaşamı çok ender rastlanan bir öğrenme fırsatı olarak görür, tıpkı bir çocuğun gözünden bakar gibi, hayata merak ve macera duyguları ile bakar, ulaşılması zor gibi görünen hedeflere ulaşmak için organize eder. NLP, her davranışın bir yapısı olduğunu ve bu yapının öğrenilebilir, değiştirilebilir ve modellenebilir olduğunu önermektedir. Amacı ise, etkili iletişim ve sürekli gelişmektir. NLP, doğru kullanıldığında iş yaşamında ve özel yaşamda özellikle insan ilişkilerinde çok olumlu sonuçlar verebilir. Değiştirilmek istenen davranışlar değiştirilebilir, yeni beceriler kazanılabilir, sahip olunan beceriler geliştirilebilir. Uygun davranış modelleri kullanıldığında ve çeşitlendirildiğinde, esneklik arttırıldığında, kötü tecrübeler ve önyargılardan arındırıldığında yaşam daha da güzelleşecek ve renklenecektir. Huzur ve mutluluk hissi, diğer insanlarla paylaşıldığında ise, aslında yaşamın ne kadar kolay, anlamlı, seçeneklerle dolu olduğunu görmek mümkündür. ŞİMDİ, değişim için tam zamanı.
Mine Çelik
Psikolojik Danışman/Koç

Nasıl çocuk gibi düşünülür?

Nasıl Çocuk Gibi Düşünülür?

Çocukların oyunu size ilham verebilir.
Yabancılara karşı dil çıkarmak üretken olmayabilir ama çocuk gibi düşünmek yaratıcılığı arttırabilir. North Dakota State Ünivesitesinden araştırmacılar Darya Zabelina ve Micheal Robinson, çocuk zihninin, yetişkinlere aktarıldığında, yaratıcılıklarını arttırıp arttırmayacağını araştırdılar. Üniversite öğrencilerinden, 7 yaşında olsalardı ve bir gün okulları tatil olsaydı, o gün ne yapacaklarını yazmalarını istediler. İlk grup, bitiremedikleri ödevleri yetiştirmek ya da uyumak gibi cevaplar verirken, ikinci grup bulabilecekleri en büyük şekeri bulmak ve bütün gün arkadaşlarıyla oynamak gibi cevaplar vermiştir. İkinci grubun daha sonra yaratıcılık testinde daha iyi sonuçlar aldıklarını gözlemişlerdir. Çocuk gibi düşünmek, içedönük olanlara daha çok yardımcı olmuştur çünkü tipik olarak daha çekingen bir yapıya sahiptirler. Zabelina, çocuk zihnini, günlük hayatımıza dahil etmemiz gerektiğini, bunun keşifler yapmak ve oyun için kendine zaman ayırmaya benzediğini, bunun sadece yaratıcılığını arttırmadığını aynı zamanda da yaratıcı olabilmek için motive ettiğini savunmaktadır.
Yaratıcılığı arttırmanın adımları:
1. Çok ciddiye almayın. Kendinizi birazda tasasız görmeye çalışın. Belki tuhaf yanlarınızı düşünmek (egoyu tehdit edici türden değil )işe yarayabilir.
2. Kendinizi Sınırlamayın. Yetişkinler, alışkanlıklarını oluştururken olasılıkları daraltırlar. Beklenmedik, kendiliğinizden bir şeyler yapın tercihen her gün olsun.
3. Keşfedin. Yetişkinler, yapılacak işleri mantık çerçevesinde çözülmesi gereken problemlermiş gibi görürler. Görevlerinizi sıkıcı bir iş gibi değil, size sunulmuş fırsatlar olarak değerlendirin.
4. Gülleri koklayın. Şimdi’de olmak ve anı yaşamak, eğlenceye değer vermeniz için bir fırsattır.
5. Zamanınızı nasıl geçirmek istediğiniz size bağlıdır. Boş zaman boş zamandır. Her anı günlük işlerle doldurmayın.
Kaynak: Psychology Today, 2011
Mine Çelik
Psikolojik Danışman
www.cocukvegenc.com

1 Ocak 2012 Pazar

Çocuk ve Tiyatro

Tiyatro’nun Çocuk Gelişimine Etkileri
Çocuk tiyatrosu, yarın’ın sanatsever, yetişkin bireyler olarak toplumda yer alabilmeleri için gerekli ve önemli bir öğedir. Tiyatro’nun temelinde oyun yer alır. Çocuklar henüz yaratıcılıklarını, hayallerini, doğallığını kaybetmediği için, belirli bir metne, kostüme sahne’ye ihtiyaç duymadığı gibi, anında bir sahne oluşturup oynayabilirler. En çokta oyun çocuğu dediğimiz okul öncesi çocukları (3-6 yaş) dünyayı oyunla algılamakta ve kendilerini oyunla ifade etmektedirler. Buradan hareket ederek, çocuğun oyun aracılığıyla eğitimine katkı sağlamak, istenilen davranışları kazandırmak için kolay bir yol olduğunu söylemek mümkündür. Sadece izleyici olarak bile yer alsalar oyun, çocuğun ilgisini çekmeyi amaçlamaktadır. Her yaştan herkes için oyun önemlidir ama kuşkusuz çocuğun yaşamında ruhsal, zihinsel ve fiziksel gelişimi için, oyun çok daha önemli bir yere sahiptir. Çocuklar taklit yoluyla öğrendiklerini uygulamaya başlarlar, bedenlerini kullanmayı, dış dünyayı, canlıların birbirleriyle olan ilişkilerini, iletişim kurmayı, ekiple çalışmayı ve destek olmayı bu yolla öğrenirler. Psikoloji de tiyatro artık bir tedavi yöntemi olarak ta kullanılmaktadır. Örneğin, çocuk psikodraması ile çocuklar çatışma yaşadığı kişilerin rollerine geçerek karşısındakini anlama becerisini kazanmayı, kendilerine ve olaylara dışarıdan bakmayı, o an çözüm yolları üretebilmeyi keşfederler. İyileşme ‘şimdi ve burada’ gerçekleşmektedir.
Bir tiyatro oyunu’nun çocuğun ruh dünyasına hitap etmesi gerekir. 0-6 yaş grubundaki çocuklar seyretmek yerine oyuna dahil olmak isterler. Dolayısıyla bazen çocuklarında katılabileceği bir düzenleme yapılabilir. Çocukların kendilerini içinde hissedecekleri, sade bir sahne, dekor ve kostüm kullanılmalıdır. Konu ve kullanılan dil de basit ve sade olmalıdır. İlköğretimin başındaki çocuklar ise (7-12 yaş) hem gözlemci hem de katılımcıdır, daha çok soru sorarlar, öğrenmeye açıktırlar. Kurgu yaşlarına uygun olmalı, çok çocuksu oyunlardan kaçınılmalıdır. 12- 15 yaş grubu artık ergenlik dönemine girmektedir, dolayısıyla değişken bir ruh haline sahiptir. Gençlik tiyatroları, gençler için hem kendilerini ifade etmeleri için bir fırsat hem de enerjilerini yoğunlaştırabilecekleri uygun bir aktivitedir.
Tiyatro’nun yararları:
1. Sadece izleyerek, taklit ederek yaşamı öğrenmeye keşfetmeye başlarlar.
2. Bir tiyatro grubu içindeyse rol repertuarını genişletebilir. Böylece kendilerini daha iyi ifade edebilirler.
3. Yine bir tiyatro ya da drama grubundaysa dayanışmayı, destek olmayı öğrenirler.
4. Yaşamı daha iyi anlamlandırabilirler.
5. Kendine güvenleri ve problem çözme yetenekleri artar.
6. İletişim kurmayı öğrenirler.
7. Sevgi, barış, birlik olma gibi evrensel değerleri öğrenirler.
8. Mutlu, inisiyatif sahibi, yaratıcı bireyler olarak yetişirler.


Mine Çelik
Psikolojik Danışman
www.cocukvegenc.com

30 Aralık 2011 Cuma

Sınav Kaygısı

SINAV KAYGISI
Kaygı, korkuya benzeyen ancak kaynağın belirsizliği, süresi ve yoğunluğu bakımından korku halinden farklı bir durumdur. Kaygı duymak, korkmak, endişe duymak, huzursuz olmak gibi kavramlarla ifade edilmektedir. Bununla birlikte kaygı nahoş bir durum olarak algılansa da bir tehlike anında biyolojik olarak bedeni uyaran, harekete geçiren evrensel ve normal bir histir. Bununla birlikte herhangi bir tehlike olmadan duyulan kaygı ise normal dışı olarak adlandırılmaktadır. Kişi çoğunlukla duygusal ya da fiziksel baskı altındayken kaygı duyar. Kaygıyı belirleyen, nefes darlığı, terleme, baş ağrısı, yorgunluk gibi birtakım fiziksel belirtiler gözlenmektedir. Amaç kaygıyı tamamen ortadan kaldırmak, bastırmak veya ona yenik düşmek değildir. Bir miktar normal düzeyde bir kaygı, istek duyma, karar alma ve alınan karara göre harekete geçmeye yardımcı olur.
Öğrencilerin korkulu rüyası sınav kaygısı ise, herhangi bir dersten elde edilen düşük notun kişiliğe mal edilmesinden kaynaklanan yoğun bir korku halidir. Öğrenci, sınav esnasında duyduğu bu yoğun kaygıdan dolayı bildiklerini de etkili bir biçimde kullanamamaktadır. Sınav kaygısı, sınavın başlaması ile yoğunluğunu arttırır, sınavın sonlanmasıyla etkisini kaybeder. Bu nedenle, bir çok öğrenci, takıldığı sorunun cevabını sınav bittikten sonra hatırlar. Sınav kaygısının en önemli nedeni geleceğe yönelik düşünce ve inançlardır. “Bu sorular çok zor, yapamayacağım”, “ailem, öğretmenim hayal kırıklığına uğrayacak, rezil olacağım”, “ bu derste hiç iyi değilim”, “hiçbir şey anlamıyorum, tam bir aptalım”, “ sınavda yine gözüm kararacak, midem bulanacak ve terleyeceğim”, “yine hata yapacağım”, “böyle giderse bildiklerimi de unutacağım”, “arkadaşlarımdan daha zayıf ve daha beceriksizim”, “sınıftaki herkes benden daha yüksek notlar alacak”, “ süre yetmeyecek ve soruları yetiştiremeyeceğim”, “eğer notlarımı yükseltemezsem okuldan atılacağım”, “okulu bitirip iş sahibi olamayacağım, başım belada” gibi geleceğe yönelik en yaygın düşünce ve inanç biçimleridir. Bu tip düşünce ve inançlara sahip öğrencilerde unutkanlık aynı zamanda soruları cevaplarken hatırlama da güçlük sıklıkla görülmektedir. Bu tip öğrenciler bir türlü dikkatlerini toplayamazlar, düşüncelerini düzenleyemezler, soruları okuyup anlamakta zorlanırlar. Her zaman aşırı uyanık halde kendilerini dinler ve gözlerler. Bu zihinsel süreçler birtakım fizyolojik ve duygusal belirtilere de sebep olur. Bu fizyolojik ve duygusal belirtiler:
• Ateş basması,
• Bağırsak hareketlerinde düzensizlik, (ishal, kabız gibi)
• Baş dönmesi ve baş ağrısı,
• Baygınlık hissi,
• Beyni boşalmış gibi hissetme,
• Çarpıntılar,
• Düzensiz kalp atışları,
• Ellerde titreme,
• Gözlerde kararma,
• Karın ağrıları,
• Kasılmalar,
• Kas yorgunlukları,
• Mide ağrıları,
• Konsantrasyon da güçlük,
• Nefes almada güçlük,
• Terlemeler,
• Titremeler,
• Uyku düzensizlikleri,
• Uyuşmalar,
• Yeme alışkanlıklarında değişiklikler ve düzensizlikler,
• Gerginlik,
• Sinirlilik,
• Karamsarlık,
• Panik,
• Kontrolü kaybetme hissi,
• Çaresizlik,
• Güvensizlik,
• Heyecanlı olmaktır.
Bu zihinsel ve duygusal belirtilere sahip öğrencilerin çoğunlukla derse girmekten kaçındıkları, okula/dersane’ye gitmek istemedikleri, çoğunlukla ders çalışmayı bıraktıkları, erteledikleri, sınava girmedikleri ya da sınavı tamamlamadan bıraktıkları gözlenmektedir.
EBEVYNLERE ÖNERİLER:
• Yüksek beklentiler içinde olmaktan vazgeçin. Çocuğunuza ulaşamayacağı hedefler koymak onlar üzerinde baskı yaratacaktır.
• Diğer arkadaşlarıyla veya yaşıtlarıyla kıyaslamayın. Herkes farklıdır.
• Çocuklarınızın her problemini çözmeye, görevlerini, sorumluluklarını üstlenmeye çalışmayın.
• Kendi kaygılarınızla nasıl başa çıktığınızı onlara göstererek, model olun.
• Onu kaygılandıran konular hakkında açıkça konuşması için teşvik edin ve onları dikkatlice, yargılamadan, sessizce dinleyin.
• Onlara ne yapmaları gerektiğini söylemek yerine kendi çözümlerini üretmeleri için düşünmeye yönlendirin.
• Sınavların onun kişiliğini değerlendirmediğini anlatın.
• Tüm çabalarınıza rağmen sonuç alamıyorsanız, evladınızın fikrini de alarak, bir profesyonelden yardım isteyin.
ÖĞRENCİLERE ÖNERİLER:
• Her zaman sınava önceden hazırlanın.
• Planlı ve programlı çalışmayı öğrenin.
• Beslenmenize ve uykunuza dikkat edin.
• Düşünce ve duygularınızı gözlemleyin, gerekirse not edin. Olumsuz düşüncelerinizi olumlularıyla değiştirin.
• Kendinizi başkalarıyla asla kıyaslamayın çünkü herkes farklıdır.
• Fizyolojik belirtilere dikkat edin ve gevşeme, nefes egzersizleri gibi yöntemleri deneyin.
• Kaygınızı bastırmaya, yok etmeye çalışmak yerine onu tanımaya ve kabul etmeye gayret gösterin.
• Kaygınızla başa çıkamıyorsanız, bir profesyonelden yardım istemekten çekinmeyin.
Mine Çelik
Psikolojik Danışman
www.cocukvegenc.com